NİLGÜN BIYIKLI’NIN “BULAŞIK SUYUNDAKİ ÇAY KAŞIĞI” ADLI KİTABININ ARDINDAN KALEME ALDIĞI “DELİLER VE FLAMİNGOLAR”
OKUYUCU İLE BULUŞTU.
Nilgün Bıyıklı Deliler ve Flamingolar adlı kitabında sokağın rengini, kokusunu, ritmini kalemine yansıtıyor. Öykülerini iki bölüme ayırıyor; hayat kısa ve yol uzun… Her iki bölüm de yedişer öyküden oluşuyor. Bu bölümleme ister istemez arka planında yediye veya on dörde dair ne var acaba dedirtiyor. Belki de bir sır… Kitaba ismini veren “Deliler ve Flamingolar” öyküsü ise ikinci bölümün birinci hikayesi.
Nilgün Hanım bazen kısa bazen uzun cümleleriyle ve her gün bir
yerlerde karşı karşıya kaldığımız olayları bilmedik şekilde betimlemesiyle
farkını ortaya koyuyor. Bu durum okuyucuyu alışılmışın dışına çıkarıyor.
Öykülerinde, büyükşehir hayatının kaçınılmaz sorunu; duvarların
arkasından haberdar olmamak, kendi kendine yettiğini sanmak, yer ve mekan
isimlerinin bizlerde ortaya çıkardığı hissiyat, krizi fırsata çevirmek ve bilmediğimiz kavramlara önceden yüklediğimiz anlamlara
değiniyor. Bu konular üzerinde durarak öykülerinin nefes aldığını okuyucuya
hissettiriyor. Bir önceki kitaplarına
nazaran Deliler ve Flamingolar kitabında uzun soluklu öykülere yer
veriyor. Bu uzun soluklu ve gizemli öyküler belki de gelecek bir romanın
habercisidir. Kahramanları kimi zaman bir öğretmen, kimi zaman bir öğrenci, bazen de bir
emekli… Farklı kişilikler, farklı mekanlar, farklı yaşanmışlıklar fakat
hepsinde aynı hissiyat, aynı farkındalık…
Varlık ve yokluk...
Öykülerin ana teması
varlık ve yokluk kavramları hayata dair tüm anlam katmanlarıyla yer alıyor.
Birkaç öyküye yelken açacak olursak:
Kapıda bekleyen bir çift ayakkabı öyküsü sizi kitaba mıhlıyor. “Kapıdaki bir çift ayakkabının her zaman yaşamı
ifade etmediğini, kimi zaman da ölümü temsil ettiğini bilen bilir. Ölen kişinin
bir çift ayakkabısını
kapıya koymak, en sarsıcı ölüm ritüellerinden biridir” diyor ya işte o zaman hüzün yerleşiyor
okuyucunun yüzüne.
Babam ve Tolstoy öyküsünde ise öğrencinin öğretmenlerini
ve arkadaşlarını “herkes mezarlığa gitti, beni evde bıraktılar, ben de okula
geleyim dedim” diyerek annesinin ölümüyle kandırmasına ne demeli… Okuyunca
ilk önce bir hüzün, tedirginlik, arından bir kahkaha…
Hayretengiz Suphi Bey öyküsüne gelince sonunu öğrenmek için hızlı hızlı okumaya başlıyorsunuz. Suphi Bey’in alt komşusu Metin’e bilgisayarındaki
soruna bakması için rica
etmesiyle başlayan öykü gizemli bir hale bürünüyor. Öykünün sonundaki
şaşkınlığınızla “neden bitti… olmaz
böyle… daha yeni başlamıştım….” diyerek yeni bir kitabın haberini dört gözle
bekletiyor.
İçinizde Nilgün Hanım’ın kitaplarını hiç okumayanlar varsa hemen
alın üçünü birden. "Ağaç kovuğundan öyküler/Bulaşık suyundaki çay kaşığı,/
Deliler ve Flamingolar"... Atın çantanıza. Nerde olursanız olun metroda, okulda, iş yerinde başlayın
bir ucundan… Deliler ve Flamingolar kitabının arka kapağında yazdığı gibi
#hikayesokakta... Keyifli Okumalar...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder