20 Ocak 2014 Pazartesi

AHMET(ler) / USTURA - AHMET TURAN KÖKSAL

Bu ne gürültü. Ne oluyor böyle “Aman Allah’ım”… Kapıyı açtım ya. Hala niye çalıyor bu zil. Ne olduğunu şaşırıyorum. Kapıyı gidip açıyorum. Ahmet’ler… Nasıl unuturum bugün onların kahvehane günü. Rüya ve gerçek yaşam birbirine karışıyor. İki kez kapıyı açtım biri rüyada biri dünyada… Hangisi gerçek orası muallakta…
Başkomiser Nevzat (Ahmet Ümit) cinayetler yüzünden dalıp gidiyor düşüncelere, Ahmet Tezcan adem, âdem, idam üçlüsünün karmaşasını çözmekte ve Ahmet Turan Köksal şöminenin başına geçince sızmış o esrarengiz serüvenine… 

Ustura;

Ölüm ve cenaze açar sayfaları. Cevabı olmayan sorularla boğuşma uyku ilacı ile çözüme kavuşur…
Sıcak, buharlı hava göz gözü görmüyor…
Çotankkk…
Hamam tellağından kafaya indirilen bir darbeyle Fındıkzade’de bir hamamda başlar şaşırmaca. Zaman makinası, esrarengiz uyku, zihin karmaşası dönüp  durur mekandan mekana. Hangi döneme gözler açıldığı merakla beklenir kahraman Mustafa Ayas Ofyaz tarafından. Döneme göre urbasız ona göre elbisesiz hamamda uyanmak...
Mimar olan Mustafa Ayas Ofyaz’la tarih kokusunda mimarlığın ince ayrıntılarıyla yol alınır serüvende. Öyle yakına da gidilmez ya taa 1800 lere adım atılmış ve başlamıştır bir geri iki ileri. Sık sık allak bullak olur zihin ve bu zamandan gidilen eskiden, ara ara bu zamana gelinir, yine gidilir o çok çok eskiye.  
Tam uyandım mı derken Mustafa Ayas’ı çekeler serüven ardı boyunca. Dönünce o dar sokaklara geçer içten ah fotoğraf makinası olsaydı yakarışları. Sokak sokak gezilir, mimari zihne nakşedilir. III. Selim’in tahtan indirilmesine şahit olunmakla devam eder. Zihin karmaşası döneme ayak uydurmakta zorluk çekse de karşılaştırmalı bir uyumla koyulur yola. Tamam birazdan bitecek bu karmaşa derken sona doğru içinde boğulup kalınır Ustura’nın. Boğulmaktan korkanlara yüzleşmek için harika bir boğulma. Nefesler tutulmuş sıra ikinci uykuda… 


(Romanları ayrıntılı anlatmayı sevmem efsunu bozulmasın diye) 



3 Ocak 2014 Cuma

AHMET(ler) / AHMET TEZCAN - SARI


Ben kahvemi yudumlarken şömine başında kapı açılıyor birden ardı sıra… Ahmet(ler) günü buluşmasının olduğu silinmiş zihnimden ki ayrı bir heyecan kaplıyor içimi görünce onları kapıda. Hemen koyuluyorum her zaman ki gibi bir sade iki orta... Kahvesini bir tutam fazla koyuyorum telvede görelim bir serüveni daha… 

Başkomiser Nevzat (Ahmet Ümit) yılbaşı gecesi işlenen cinayetin ardında sürüklenmiş durmuş ki yorgunluk hala geliyor ardı ardına. Konuşmaya mecali yok. Ahmet Turan Köksal ise elinde Ustura yine gülümsüyor sırlı bir edayla. Ve başlıyor Ahmet Tezcan ile kahve telvesi Sarı loş ışığın altında anlatılmaya…

Sarı;


Adem yok olmanın, yok sayılmanın hikayesiyken başlıyor mısralar dökülmeye;
Fatura ödenmiş sözler biriktiriyorum kumbaramda

Zamanı gelince bu sözlerden bir servet edineceğim

Yatlarım olmayacak belki, malım mülküm olmayacak…



Sarı Mahmut, Fırt Osman, Bıldır Ekrem, Mumunlulu Selim; Kırıkkale İmam Hatip Okulu’nun kaymakam tarafından hiçe sayılmasıyla ona ders vermek isteyen muhteşem dörtlüsü. İçte birikmiş sözlerin, eylemlerin tam an’ında yerli yerinde iadesi yer alıyor Adem’de. Yüreği bulandıran hissiyatlar, yok sayılmanın verdiği kinli kalpler, buğulu bakışlar…


Âdem insanlığın başat zamanı, serencamı;

Örgüsü çatılmış masallar biriktiriyorum kumbaramda

Zamanı gelince, bu masallardan harman yapacağım

Bir dilim olmayacak belki, tavrım, üslubum olmayacak…


Adem’den Âdem’e sürüklenince insan olmanın getirdikleri boğar insanı. Farklı simalar, birbirleriyle tanışmalar, hesaplı hesapsız akıl almaz hesaplaşmalar, bambaşka görüşler, inançlar, renkler ama bir Âdem buluşması…

İdam sessizlik… Heyhat…

Çilesi çekilmiş hayatlar biriktiriyorum kumbaramda

Zamanı gelince, bu hayatlardan bir kostüm dikeceğim

Bir yüzün olmayacak belki, izim, nişanım olmayacak…
Kanı donduran haberler, sokaklarda bir telaş… Rejim adına yağlı urgan eşlik eder dar ağacına. Her köşe de duvara yaslanıp ağlayan bir Âdem. Verilen cezaları ne akıl alır ne vicdan kabul ederdi. Ana teselli “çark böyle kurulmuş” muydu? 


Bir kürenin içindeydi de her hücresi göz kesilmişti sanki. Yahut o küre, gözün kendisiydi, kendisi o gözdü. Gören de oydu, görünen de; seyreden de oydu seyredilen de.
Bir gece, üç idam, üç saniye…

Kahve telvesi kara olur bu yüzden sonu sessizlik olur… Sarı ise o döneme aydınlık olur. Her karanlık kuyunun başı aydınlık olur. Bir daha ki haftaya kahvehanede görüşmek üzere söz alınca bakışlar bu sohbette biter burada böyle...

(Haftaya Ahmet Turan Köksal ile Ustura)