15 Kasım 2014 Cumartesi

MELEZ DESENLER-NİLÜFER GÖLE


 1987-2000 yılları arasında çeşitli yerlerde yayımlanmış makalelerden oluşan Melez Desenler Türkiye’deki “İslam” ve “Modernlik” olgularının değişen siyasi yapılardaki oluşum süreçlerini anlatmaktadır. Her bir makaleden ortak bir çıkarım yapmak yanlış anlamalara sebebiyet verebilir. Yine de yazıların “İslam” ve “Modernlik” üzerine genel bir değerlendirme olduğunu söylemek mümkündür.
 Türk toplumu üzerine söylemleriyle herkesi yönlendirmeye çalışanlar günümüzde bir hayli artmakta. Yararlı ya da yararsız her konuda düşünce beyan edenlerden ziyade bilimsel anlamda Türk toplumunu en iyi yorumlayanlardan biri olarak Nilüfer Göle iyi bir referans kaynağıdır.
On bir makaleyi içerisine alan bu kitabın isminin seçilmesinde hangi düşünceler ağır bastı merak edilesi gerçekten. Melez Desenler zengin kavramları çağrıştırıyor. Melez Desenlerin ne anlama geldiğini ise bir röportajında şöyle dile getiriyor Göle;
 Desenin melezi olur mu? Desen sözcüğü, bir kere sanatı hatırlatan sözcük, ikincisi de biraz tamamlanmamışlık ifade ediyor. Bir toplumun bitmiş bir fotoğrafı değil de, oluşumu devam eden bir desen hali söz konusu olan melez olmasının nedeni ise, sürekli değişim içerisinde olmasıdır. İki ayrı kıtanın birbirine yaklaşması, melezlenmesi, saflığını kaybetmesi anlamını taşıyor. Melez Desenler Türkiye’deki beklenmedikler değişiklikler ve yakınlaşmalar üzerine ışık tutmayı ifade ediyor.
 Kitaba başlandığında modernlik, zaman, bilinç ve desen adlı önsözün ilk cümlesi çarpıcı bir şekilde yazıya damgasını vuruyor. “Türkler parayla tanıştıkça bugünkü zamanı sevdiler” bu cümle üzerine düşündüğümüzde değişim ile iktidar, para konumuna geldi. Hatta bu önsöz de değişim kavramı bile değişime uğradı diyor Göle.
 Güncellik derken güncelin kuşatması altında kaldık. Çağa uygun olma adına ahlaki filtreler de görmezden geliniyor ve sırt çevriliyor. Hatta insanlar bu kuralları yıkarak bireyciliği ortaya koyduğunu sanıyor. Çünkü bizde kurallar demek engel demektir.
 Göle’nin bu kitabında dikkatimi çeken bir diğer husus ise teşhircilik. Teşhirciliğin medya ile gelen bir kavram olduğunu ileri sürüyor bunun yanında kitabında “Türkiye gerçeği itiraf, kan ve kavgayla bulacağının medyatik büyüsüne kapılmıştır” diyerek dikkat çekiyor. Bunların ötesinde de teşhircilik mahrem tanınan bir hale geliyor. Konuşul(a)mayanlar seslendirildikçe birbirini dışlayan birbirine yabancı kelimeler bir araya geliyor. Örneğin türban konusunu şu ana kadar gericilikle kapatmaya çalıştılar fakat okuma talebinde bulunanların türbanlı kızlar olduğunu gözden kaçırdılar. En çok bastırılan, en mahreme itilen konulardan olan örtünmenin bu ya da başka şekilde dini vecibe dışında kamusal alanda bir simge olarak kullanılması kadınları kültür ayrımına sürüklemiştir. Nilüfer göle “Modern Mahrem” kitabında siyasi bir mesele haline getirilen örtünmeyi de daha ayrıntılı bir biçimde ele alıyor.
 Melez Desenler kitabı Türkiye’nin metnini gözler önüne seriyor. Dili olmayan bir yaşamdan söz edilemeyeceğini, ayrı ayrı çıkan seslere sadece yeni bir harmoni kazandırılması gerektiğini, farkındalığın ancak birbirinden farklı halkaların birleştirilerek yeniden kurgulanmasıyla mümkün olacağını dile getiriyor.


11 Kasım 2014 Salı

ALDATMAK-PAULO COELHO




 Duygular yelpazesinde ana duygulardan biriydi sevgi. Sevgisi tükenen insanın bu yüzden zordu işi. Çünkü sonsuza uzanan saltanatta “Yenilgi” , “Mağlubiyet”, “Yalnızlık”, “Değişim”, “Korku”, “Güzellik”, “Kararlılık”, “Zarafet”, “Mucize”, “Saygı”, “Sadakat”, “Endişe”, “Kaygı” gibi duygulara nispetle katışıksızdı “Sevgi”… Paulo Coelho’dan duygular rahlesine bir yenisi daha eklendi “Aldatmak”.
    
Hayatın yaşamamız gereken duygularını, kendi içimizde farklı anlamlandırırız. Kendi büyümüzün etkisi, anlamlandırdıklarımıza yansır. Bazen ön yargılarımız bazen de değerler yardımcı olur bize. Fakat bunlar bizi sarıp sarmalar. Hayatın getirdikleriyle beklentiler uyuşmadığında “neden yaşamımız kaderimizi belirlemeye girişir” diye sorarız. Modern dünya kadını Linda’nın gelgitlerini de felsefik bir yaklaşımla ele alıyor “Aldatmak”.
Linda 31 yaşında, Cenevre’de yaşayan iki çocuk annesidir. En iyi gazetelerden birinde gazetecidir. Bir gün 16 yaşındayken aşık olduğu sevgilisi siyasetçi Jacob König ile karşılaşır. Linda, Jacob ile gazete için röportaj yapacaktır. Bu günden sonra Linda’nın hayatı tamamen değişir. Duyguların gizemi içerisinde etik olmayan davranışlarda kendini bulur. Beyni, her şeyin yolunda olduğunu söylese de ruh yolunu kaybeder. Hayatı hangi hakla adaletsizce yaftaladığını bilmez, şaşkına döner. Vaktinde bir olaya seyirci olunca ani tepkiler vererek yakınan kadın şimdi kendi başrolünde milyon tane bahane bularak kendini kandırır. Her cümlesinde başkalarını kınayarak kendini sakınan kadına o an bir gün gelip çatınca peri masalında yaşamayı her salisesinde diler. Diler de artık koşullar değişmiştir. Hayaller hep riskler içerir. Bu risklerin elbette bedelleri vardır. Bazen armağanlarla karşılanırsın bazen taşlarla…
               Bu kitap aslında sadece Linda’nın sorununu anlatmıyor, günümüz kadınlarının da dile getiremediği problemleri ustalıkla yansıtıyor. Duygusal dengesizliğe ışık tutan “Aldatmak”ta duygunun doğasını belirleyen birazda kadındır. Ama anlamlandırmanın yapılması; duygunun gönle, ruha dokunduğu an’ın sınırlarınca sınırlıdır. Bana öyle geliyor ki hayat tecrübeleri de işlenmiş satırlara. Yoksa acı, sevgi, dert böylesine güzel işlenemezdi. Bu romanın doyumsuz lezzetine ulaşmak için tadına bakılmalı. Bakılmalı ki kavramların altındaki iç manayı, gizemi ve nihayetinde sevgiyi yeryüzüne indirebilme kabiliyetini kavrayabilmek umudu doğsun günlerimize, gönüllerimize, ‘gör’eceklerimize…