26 Haziran 2013 Çarşamba

GÖĞSÜNDEKİ GÖKYÜZÜ - LEYLA KARACA


( Yazı ilk kez İnceleyen Dergisi'nde yayımlanmıştır.)

Gök kubbenin altında söylenmemiş sözleri, duyguları, bakışları romanlarla dolduran yazarlarımıza bir yenisi daha eklendi. Leyla Karaca ve onun Göğsümdeki Gökyüzü. Aslında bu, Karaca’nın ilk kitabı değil. İki kapak arasında kurgulanan yaşamlara Göğsümdeki Gökyüzü eski ve küçük bir fotoğraf dükkânında başlar. An’ı ölümsüzleştiren fotoğrafın büyüsü... 

(Devamı için ağağıdaki linke tıklayınız.)

21 Haziran 2013 Cuma

İKTİDAR PARANTEZİ /Kadın, Dil, Kimlik - CİHAN AKTAŞ




Bu sefer konuğum Cihan Aktaş’ın İktidar Parantezi. Konuğum diyorum çünkü kitap okurken hissediyorum yazarı karşımda ve aramızda bir muhabbettir başlıyor. Cihan Aktaş’ın son yıllarda kaleme aldığı yazılarından kadın, dil ve kimlik teması etrafında seçmeleri içermektedir İktidar Parantezi. Gündem çerçevesinde yazılan fakat gündeme teslim olmayan yazılardan oluşan bir seçki, bazen iktidar parantezlerinde bir imhaya veya unutulmaya terk edilen, bazen de parantez içinde zapt olunmak amacıyla kısmi ve zahiri özgürlüklerle nispi bir varlık hakkı tanınan kesim, kavram ve olgulara yoğunlaşıyor.
Kitabın içindekiler kısmını açtığınızda karşılıyor sizi çarpıcı başlıklar “Kadınlar Birbirini Dinliyor Mu Gerçekten” , “Başörtüsünün Desenleri: Hicap, Tevazu ve Rıza” , “Siyah Çarşaf ‘Beyaz’ Öfke” , “Reformist Aydınların Sessizliği” ve dahası… Yaşanmışlıklar kokuyor kitapta, yılların izlerini taşıyor hatıralar. Cihan Hanım’ın katıldığı söyleşiler, paneller günlük olaylar çerçevesinde gelişse de toplumsal bir hareketin yol göstericisi oluyor. Ve kitabın eşsiz kahramanları Fatma Hanım’ı, ressam Gökhan Özcan’ı, Fatma Aliye’si adı geçen birçok yazarı bu serüvene dahil oluyor.
Başörtülü kadınların önüne konulan yasaklar dizisi mahrumiyet, yıpranmışlık, kısıtlanmışlık. Günümüzde bu yasaklar kime ne kazandırdı? Modern dünyada her şey değişiyorken Müslüman kadının nasıl değişmeden durabileceği düşünülebiliyor.
Kadınlar; savaşların ve barışların çekim arkası kahramanları, bir evin huzuru, neşe vereni, herkes uyurken tedirgin olanı, kaygı çekeni, geçim derdine düşüp bahar aylarında ot toplayanı, konserve kuranı, 12 Eylül’ün acısını hissedeni, bağrına basanı. Çocukken, genç kızken hayal edilen yapılacaklar listesi ve başörtüsü yasağı nedeniyle gerçekleşemeyen hayaller. Kimi öğretmen, kimi mühendis, kimileri hukukçu olmayı istemiş. Sonra erteleme ve paranteze alma yıllarına geçilmiş. Sınıflar, ofisler terk edilmiş, diplomalar rafa kaldırılmış. Büyük bir sürecin ardından hayalleri gerçekleştirme uğruna kadın derneklerinde, yardım kuruluşlarında, bir takım cemaatlerin faaliyetlerinde yer alan bir sürü kadın var isteklerini başaran. Onlar hem bir anne hem bir yol gösterici. Bir çekilme söz konusu değil onlarda olan bu durum. Tamamen kendilerini, hayallerini, dinlerini, özgürlüklerini koruma ve çözüm arayışı. Kendi kimliklerinden ve görünüşlerinden vazgeçmeden bunu başardılar. Kenar kuytu mahallelerde değil şehir merkezlerinde yaşayarak bu kimlik oluştu. Hepsinin içinde mücevherler saklı fakat işin aslı onu ortaya çıkarmakta ve Cihan Hanım bunu şöyle dile getiriyor “ömrü kirleri paklamayla geçen kadının da yeteneklerini keşfetmek için biraz boş zamana, dinlenmiş bir zihne ihtiyacı var”.
Paranteze almalar da ne bir dönemle sınırlıdır, ne de coğrafyayla. Avrupa’da yükselen İslamofobi, çok da uzaklara gitmeyen faşizmden kaynaklanan katliamlar hatırlandığında, parantezlerin her daim mevcut ama içine dahil edilenlerin değişken olduğunun güncel ifadesidir.
Parantezlere yeni parantezler açarak yola devam edildiğini de görmekteyiz. İstenilen, gerçekleşmemiş parantezin sınırlarıyla uzlaşarak bu havaya bürünmek yerine Müslümanlar, karşı bir parantez açmayı kendilerine bir yol bilmişlerdir.

(Âlâ Dergisinden yayımlanmıştır.)

15 Haziran 2013 Cumartesi

HARFLERİN AŞKI - SENEM GEZEROĞLU



 (Star gazetesi kitap ekinde yayınlanmıştır.) 

Yeni nesil edebiyatçılardan seyyah ruhlu Senem Gezeroğlu aşkını bohçasına alıp çetrefilli yollarda Aşk’ı elifbâ’dan anlatmaya başlamış.

Varlığa Gelen Her Âdem’in Varlığa Getirene İhtiyacı Vardır… AŞK İle…

Aşk; susamış gönüllerin, düştükleri denizlerde içtikçe daha da hasretle, tutkuyla gönül yangınlarını harlandıracakları meye benzer. Bu öyle bir meydir ki içenler de can canana adanır, terk eder bedenden canı. Aşk, mürekkepten, hokkadan, fırçadan ve âhtan sonra sayfalarda görünen beyazdır. Ayn, Şın, Kaf harflerinin toplamıdır. Yeni nesil edebiyatçılardan seyyah ruhlu Senem Gezeroğlu aşkını bohçasına alıp çetrefilli yollarda Aşk’ı elifbâ’dan anlatmaya başlamış. Adımları düğüm düğüm, çatallı bir yol ağzında İz Yayıncılık ile Harflerin Aşkı buluşmuş okurla.

Senem Gezeroğlu’nun ilk kitabı Harflerin Aşkı’nda kulağa fısıldanan bir sır gibi harfler sayfalara dökülür, vahdet muhabbetle örülerek damla damla akar, “Kalbe Giden Yol” “Yedi Oda”da buluşur, “Aşk Denizinde, O’nun İZ’inde” “Bir Hazan Vakti” “Harflerin Aşkı” denemesiyle son bulur. Dipsiz kuyunun karanlığında suyun berraklığını görebilmek, Allah ile mulahazanın eşsiz lezzetine AŞK ile varabilmek için her şeyin yaratıcısı Allah ile hemhal olabilmenin tadını satırlarında anlatır. O’nunla olmayı hak bilmek ondan başkasında hakkı aramamak, aşk için ve dahi aşk adına bela yağmurlarına başı tutmak, seve isteye ateş denizlerine, azgın ateş dalgalarında kavrularak varlığa adım atılmalı Aşk’la bir olarak Hiç’te buluşmalı. Senem Gezeroğlu İlahi Aşk’a ulaşabilmek için, madde âleminin perdelerini örtüp mana âleminin perdelerini aralamalı ve perdesinden bütün perdelerin yırtılacağı o muhteşem vuslat anına kavuşmanın tadındaki beklentiyi dile getirmiştir.
Senem Gezeroğlu’nu ilk kitabıyla tanıyacak olan okurun, yazıda ki şiirsel anlatımın sayfa aralarına ilmik ilmik dokunuşuna tanıklık edeceğini söyleyebilirim. Bununla birlikte aşk “herkesin bildiği bir şey” gibi algılansa da Harflerin Aşkı’nda dudaklar sustuğunda, zihinler durulduğunda bile aşk, cümleler arasında adeta arzı endam eyler. Bu cümlelere Nurullah Genç’in, Sezai Karakoç’un, Olcay Yazıcı’nın ve Mevlana’nın şiirleri ışık tutunca alev alev yanmaya başlamış denemeler, ayı, güneşi ve bütün gezegeni kıskandırıyor. Artık fikretmek, zikretmek, hissetmek, kalbe giden yolu, gözden gönüle akan bir ateşle beslemek siz değerli okuyuculara kalmış.

Ayn, Şın Kaf
Harflere adını yazdı
Küfürden ve siyahtan sonra
Mürekkepten, hokkadan, fırçadan ve âhtan sonra
Sayfalarda görünen beyazdı…




http://haber.stargazete.com/kitap/askin-elif--basi/haber-762276

14 Haziran 2013 Cuma

AYAK İZLERİNDE UĞULTU - CİHAN AKTAŞ





 (Star gazetesi kitap ekinde yayınlanmıştır.)

CİHAN AKTAŞ SON KİTABINDA İÇİMİZİ DOYURAN VE KANDIRAN, ÖNCE HİS SONRA FİKRETTİĞİMİZ BU ALEMDE İZAH EDİLEMEYENLERİN EN BÜYÜĞÜ, SINIR'LARIN NE EZELİ NE EBEDİ OLDUĞUNU BİR KEZ DAHA VURGULUYOR...
Onunla ilk kez Kusursuz Piknik isimli hikâye kitabıyla tanıştım. Elimden bırakmadan aynı gün içerisinde bitirdim. Daha sonra diğer kitapları raflarımı süsleyerek yerlerini almaya başladı. “Üç İhtilal Çocuğu”, “Son Büyülü Günler”, “Suya Düşen Dantel”, “İktidar Parantezi: Kadın, Dil, Kimlik”
Okuyucusunu etkilemeyi başaran, vapurda, tren garında hayatın her köşesinde yer alan insanların oluşturduğu tasavvurları en mükemmel şekilde muhafaza eden, ortaya çıkaran ve kitaplarında her zaman farklı serüvenler yaratan bir sanatkâr. Kısmı ve zahiri özgürlüklerle nısbi bir hayat hakkını, duyguların bir imhaya veya terk edilmeye maruz kalışlarını, mahrumiyet, yıpranmışlık, uzaklık, göçmenlik, umut, özlem çerçevesinde yaşanan hayatların peçelerini kaldırıp iç yüzüyle bir araya gelmek için sınırlara, sınırsızlığa kapatılmış dünyayı kalemiyle satırlara döken, edebiyat dünyasında karanlığı delen bir yıldız gibi parlayan yazar, Cihan Aktaş.
“Yazar olmak bir fırtınanın içinde savrulmak gibi bir şey. Dağılmak sarsıntının şiddetiyle kendini yeniden tanımak, hiç bilmediğin, kendi içindeki odaları keşfetmek gibi…”.
Cihan Aktaş kalemiyle yine çarpıcı öykülere kapı aralıyor. Uzak diyarların, uzak duyguların, özlemlerin, ayrılıkların, kavuşmaların kızları, delikanlıları, teyzeleri, amcaları ile düşünceler bir bir dökülüyor kaleme ve Ayak İzlerinde Uğultu ile çıkıyor karşımıza. İçindekiler kısmını açtığınızda bir solukta sizi içerisine çeken başlıklarla karşılaşmak mümkün: “Konteynır İçindeki Kırk Dördüncü Kişi”, “Liruda ya da İpli Kadın”, “Kirli Paslı Köşeler”…
Aktaş son kitabında içimizi doyuran ve kandıran, önce his sonra fikrettiğimiz hakikat ve bu âlemde hiçbir şeyin izahını yapamazken hatta izah etmek için kullandığımız kelimeleri başka kelimelerle izah etmeye muhtaçken izah edilemeyenlerin en büyüğü ‘sınır’ların ne ezeli ne ebedi olduğunu bir kez daha vurguluyor. Birden bire değişen zaman saklanmayı, gizlenmeyi, gitmeyi, dönmemeyi mecbur bırakıyor ve bu sessiz kalmış hayatları tutsaklıktan kurtarıp bir mürekkep lekesinde var ediyor. Öykülerdir, istenmeyen hayatlara başlatır yürüyüşleri. Attıkları ilk adım onları ayıran, sonrakiler sadece bahane ve her bahane ait oldukları yerlere geri dönmemek için onlara yeni bir bahane doğurur. Geri dönme hayalleriyle yaşayan gitmişlerin anılarıdır bu öyküler. Dönüşsüz yolculuk, hayata ve olaylara bakış açısının değişmesini, kendi iç derinliğini anlamasını, engebeli yollardan geçerek yine kendine ulaşmasını nasihat eder. Bu hayatlarda başrol hep bavulundur kimi zaman eşyalar doldurur kimi zaman duygular kimi zaman efsunlar.  Hayat sahnesinde her şey kurgulanır başrol üzerine tıpkı bu öykülerde bavul ardına düşenler gibi. Bu film bir bavul ardına ömürlerini yitirenlerin filmidir. Hiç görmedikleri, bilmedikleri yollarda bir bavul ardına düşecek figüranların filmidir. Böyle yaşanılır. Her ne kadar yaşanıyor dense de yaşanamayan hayattalar... Rüyalarda, hayallerde, anılarda, zihinlerde yaşanmaya çalışılan hayatlar… Hiç bilmediği dillerde hiç bilmediği yüzlerde, türkülerde, sokaklarda, caddelerde asli yerlere hasret düşülmüştür. Aslında özlediği sadece bir toprak parçası değil, onu var eden, onunla varolan  ‘herşey’dir. Lakin onların yazgısı özlem(e)dir. Bu dünyada bulacağı tek şey de özlemdir. Kendine ait bir duvar, bir sokak tabelası, bir şarkı, bir aşk hikâyesi olmaz, olamaz. Hayatı dahi başkalarıyla başlar ve başkalarıyla son bulur. Hep ayrılıklar yaşanılan hayatlarda, bazen kavuşmalar da yaşanır fakat öyle yabancı olunmuştur ki kavuşmalara ayrılıklar daha içten gelir.  Öteki diyarın çocuğu olunmuştur. Artık sindiremez geri dönmeyi bir defa yitirdi/yitirildi mi insan topraklarından; ay bir daha yanında bulunduğu hiçbir toprağı gecenin zifiri karanlığından paklayamaz. Doğsa da güneş üzerlerine hiçbir zaman doğamaz içlerine ve ışıldayamaz yürekler.
Bazı insanların kaderleri gitmeler, yitirmeler üzerine yazılmıştır. Bazen öyküler geri dönmek umuduyla başlarken aslında yersiz bir umudu taşır. Tel örgülerle yaşadıkları hayatlar çoktan örülmüş, zaten parçalanmıştır. Tanrılar dahi Olympos’ta ev edinirken ev edinemez bu öyküdekiler. Öyle hayatlar yaşamışlar ki Spinoza sonunda haklı çıkmıştı. Tanrı sadece olmamayı bahane ediyordu. Öyle ötekileştirilmişti ki hayatlar(ı), sadece ötelenmek onlara normal gelir. Öteki yakaya hasret kalmış, seslerinin, düşüncelerin içerisinde boğulmuş çok çok uzak hissi bürümüş varlığı. Ilık bir gözyaşı süzüldükçe süzülüyor, çoğu kez boğaza düğümleniyor hıçkırıklar, ıssız, yersiz yurtsuz bakışların, sessiz çığlıkların dışa vurumu ne vakit olunur bilinmez ama bekler zamanı özgürlüğüne kavuşmayı bekleyen kafesteki kuş misali…

Bu hüzünler, ayrılıklar, kalmakla dönmek arasındaki fırtınalar, bu hayatlarda öyle yer edinmiştir ki fırtınasız hayatlar anlamsız gelmeye başlar. Vuslatı sona erdirecek bir umut doğduğunda dahi söyleyecekleri tek sözü “ben karşı tarafın taksisiyim” olan insanların öyküleridir bu. Bu öyküler bir nesle değil birçok nesle anlatılacak, okutulacaktır. Bilmem kaç öyküde başka hayatlar yaşadınız bu güne kadar. Öykü kahramanlarının her yürüyüşünde bir adım arkasında hissedersiniz kendinizi. Onlarla birlikte kaybolur, onlarla birlikte var olursunuz. Okuduğunuz her satırla sizde kendinizi son durağı belli olmayan, kayıtsız hayatlar taşıyan bir tır ardına yüklenecek herhangi bir konteynırda ya da sonunun umuda çıkacağını zannettiğiniz bir ormanda kendinizi bulabilirsiniz. Cihan Aktaş’ın eşsiz anlatımı sizleri içerisine alacak; almakla kalmayacak,  Ayak İZ’lerinde Uğultu ile istenmeyen hayatların her bir sayfasında beyninizi kemirecek çığlıklarla baş başa bırakacak sizleri.


http://haber.stargazete.com/kitap/ayak-izlerinde-ugultu/haber-752622