27 Şubat 2014 Perşembe

GÜNEŞE KOŞAN ADAM / ÖYKÜ AĞACI / YALNIZLIK SARKACI – ALİ HAYDAR HAKSAL


Öykülerdir, dilenen hayatlara başlatır yürüyüşleri… Her adımda farklı bir macera farklı bir mecra. Hayat sahnesinde her şey kurgulanır başrol üzerine tıpkı öykülerdeki gibi. Çeke çeke bir ucundan urganın başlarsın dibi gelmez yaşamlarda yol almaya. Kimi zaman berrak nehirde akar durursun kimi vakit boz bulanık nehirde dalıp çıkar durursun. Cümlelerle kurulu öykü ağaçları bazılarına şehrin gürültüsünden kaçmak için bir gölge olur bazılarına ise ferahlatan yaprak haşırtısında darağacı olur.

Ali Haydar Haksal’ın okuduğum bu üç öykü kitabında farklı olma içerisindeki cümleleri kitap sonuna kadar sizi ustalıkla boğuyor. Kur’an-ı Kerim üzerine çalışma yaptığını ise cümle içerisinde kullandığı peşi sıra sıfatlar sayesinde yansıtıyor ve olay örgüsünde ne olduğunu okura unutturuyor. Bunun yanı sıra farklı olma çatısı altında bulunma isteğiyle konuşma cümlelerine noktalama işareti koymayışı, okurken oluşturulan hayal dünyasındaki karakterin jest ve mimiklerin susmasına neden oluyor.

Sımsıcacık cümleleriyle bizi sarıp sarmalayan öyküler okumanız dileğiyle…




26 Şubat 2014 Çarşamba

KIZ KULESİ’NDEN GALATA’YA MEKTUPLAR – EDA TEZCAN

Aşk…
Aşk, gencinden yaşlısına herkesin dilinden düşürmediği, satırlara nakşettiği, kalplere mühürlediği o nadide nahoş duygu…
Aşk… 
Sen neymişsin böyle akl’ı dahi yerle bir eden… Sen neymişsin kalbe dolup taşarak kaleme dizeleri döktüren… Sen neymişsin acıyı dahi hoş kılan… Sen neymişsin “Böyle dert gelecekse gelsin” dedirten… Bazen bir tebessümde bazen ilk bakışta tohumunu atan aşk… 
Sen neymişsin…

Yine sen’li bir an… Arda bırakmadığım, ondan unutmadığım. Her köşe başında heyecanla umudumu hatırlar, her yol başında kederle umudumu yine barındırırım. Umut olsun yar(ın)lara diye… Kalemimi de kağıdımı da alıp gitsen de; zihnim seni yazmaya yeminli bir kere. Sen binlerce mil ötede kanat çırpmaya çalışan bir kelebek olsan, ben, ölme diye zam’an’ı durdurmaya çalışan ‘an’ olacağım yanıbaşına. Bu aşktan sessiz kalınca öylece düğümlenir kelimelerim, kapatır kepenklerini böylece cümlelerim ve göz kapağım usulca kapanır, açtığımda tek bir damla sessiz bir çığlık yankılanır. Sen, varlığıma bir kat daha varlık katacak kadar ferah olunca, ölümüne inat yaşatabilirim yokluğunu… Varlığında yokluğunda bir ne de olsa muhim olan senin varlığın veya yokluğun değil, benim varlığım ve yokluğum.  Yokluğunla yaşarken renksiz şimdi hayallerim. Alıştığım yokluğuna aslında, o senin olmayıp benim seni yaşattığım an(ı)larımın olduğu yokluğa. Göz göze olduğumuz ama bir uzağı olduğumuz bu aşkın hüznünü yaşamamak için uzattım durdum bu aşkı. Yazdım, çizdim, böldüm, topladım yine seni çıkardım her defasında ama anladım ki mesafelerin uşağı olmuşum. Ne vakit yakına düştüm desem, ayrılık baki olmuş bende ölüp durmuşum. Büyük İZ’ler kalıyor şimdi ardıma bıraktığım an’larda. Cümlelerim ardı ardına gelirdi sana dair bak şimdi kelimelerim tükendi sonra da umudum… Sır bende gizliydi aslında ben ol’masam sen bir hiç’tin masalda. Ben yazıp, çizip, hesap kitap yapıp seni gitsende var da ederdim yok da. Bu an’a kadar varlığının olduğu yeri bulmak için çok uğraştım ama ‘olmadığın yer yok’ yokluğunla. Bu yüzden aklım yiter mi bilmem ama keşkelerdeyim varlığı yokluğuyla güzel…
Kız Kulesi’nden Galata’ya Mektuplar resmi olmuş bir aşk masalının. Kız Kulesi’ymiş kadın. Galata’ymış adam. Yalnızlık masala hükmetse de yalnızlık değil teklikmiş bu. Yokluk aşk olmuş, aşk bu masala hakim olmuş… Eda Tezcan’ın ayrıntılı anlatımı, titiz tasvirleri, maşuktan ayrı düşmenin sendelettirdiği yaşamı ele alışı kitap sonuna kadar cümleleri vazgeçilmeniz haline getiriyor. Eda Hanım ilk göz ağrısıyla okurları, her sayfasına, her satırına, her kelimesine hapsetmeyi başarıyor. Bunun yanında kitabın başkahramanına yazılan not gözden kaçmıyor. Arda bırakılmaya kıyılamayan İZ’leri haydi bu eserde okumaya…
Keyifli Aşk’lar…