10 Ekim 2013 Perşembe

MİMOZA SÜRGÜNÜ - NAZAN BEKİROĞLU


Nar Ağacı’ından sonra bir başka ağaç Mimoza Sürgünü ile akl’a sürgün…

Kitaplarıyla büyük bir okur kitlesi yakalayan usta yazar Nazan Bekiroğlu bu sefer Mimoza Sürgünü ile karşımıza çıkıyor. Denemelerden oluşan Mimoza Sürgünü’nü dört bölüm oluşturuyor; ‘Kalp Sathı’, ‘Defter Kâğıdı’, ‘Seyahat Albümü’, ‘Dünya Yüzü’. Her bölüm farklı an’ları içerisinde misafir ediyor. ‘Kalp Sathı’; acıyı, sitemi, keşkeyi, yorgunluğu, gurbeti barındırırken Nazan Hanım “aşkın külliyatını daha asıl görülmeden âşık olunan bir suret ile onun gerçeği arasındaki didişme olduğunu” dile getiriyor. ‘Defter Kağıdı’; günlüklerin yıkık dökük sayfalarının anısını, mezar taşlarının sesini, mezuniyet yazılarının sarhoşluğunu, romanların başkahramanlarını kalıcılaştırıyor. ‘Seyahat Albümü’; Dostoyevski’nin ‘Karamazovlar’ı yazdığı hala ölüm vedası kokan evini, Tolstoy’un malikânesinin ihtişamını, Leonardo’nun Madonna Littası’nı Volga’da sergiliyor. ‘Dünya Yüzü’nde ise beton yığınları haline gelmiş şehirler, fırtınanın öbür yüzünü kendi fırtınasında estiriyor.
Nazan Hanımın son kitabıyla elimizdeki dünya bir anda kayboluyor ve bir başka dünyaya uyanıyoruz. Hayatın o ana kadar bütün hissiyatları tadıldı gibi hissedilse de yemişin içindeki lezzete kavuşulmadığı için sayfa geçişlerinde tadından tattıra tattıra aklın lezzet damağını darma duman ediyor. Bunca yıl geçmiş, saat işlemiş, elimden sayfalar geçmiş ben edebi tattan habersiz göz gezdirmiş durmuşum diyivereceksiniz. Kalbin aslı, özü, cevheri, ruhun mahpus olduğu beden, duyguların büyük zelzelesi bir yıkıntı aleminin içerisinde kalp sathı her ölçüyü muhafaza ediyor. Keşke dedirten yapılmışlıklar, arda bırakılmış yüzler, tahammül edilmez gerçeklikler, bir melodinin hatırlattığı geçmişler, görülmek istenilenin görüldüğü, duyulmak istenilenin duyulduğu yol kıvrımları, yaşamın sunduğu ilkeler Mimoza Sürgünü’nün satırlarına nakşettiği gibi dünya yerli yerinde, ‘Ben gurbette değilim/Gurbet benim içimde…’ dedirtiyor. Ve kalp sathı düşüncelere yansıyor. Dökülüyor mürekkepten, hokkadan… İçe sığmayan kelamlar raks makamında “gönül aşkınla gözyaşı dökmekten usandı artık, zira gözde yaş kalmadı sabr ile uslandı artık, ağlasan da faydası yok sevsen de zamanı geçti, zira gözde yaş kalmadı sabr ile uslandı artık” derken, Mimoza Sürgünü fark makamında ağırlar ben ve sen’i ve cem makamında ayrılığı, gayrılığı ortadan kaldırır âşıkları hû da buluşturur. Defter kağıdı; aşıklarını devreder dilden dile, yazıya düşürür kalemden kaleme, sahaf sahaf dolaştırır elden ele… Zamane aşklarına, yaşanmışlıklara inat rafları süsler. Okuna okuna tüketmez kendini, okudukça yeniden var eder gizli saklı kelimeleri. Zamanın yitmiş tozlarını da barındırırken sahaflar kimi zaman arda bırakılan sınıf arkadaşları, sır dostlarıyla da karşılaştırır. Bambaşka mecralara gelinmiş yaşamlara, geçmiş lekesi bir anda renk katar, gülümsetir çehreleri. ‘Özlemişim’ cümlelerinin kar etmediği bakışların anlamlandırdığı an’lar geçmiş zaman dilimini unutturur, hoş sohbete bırakır hatıraları. Bazen de an’ın barındırdığı isimsiz kahramanlar ismi bilinip dile gelmediğinden yanından geçilip gidilir. An barındırır yine de isimsizin gölgesini. Mimoza Sürgünü de “an’ların ve ah’ların imlasını sana bıraktım” diyerek kapatıyor,0 ah diyerek defter kağıdı açıyor seyahat albümünü.
Geçmişin izlerini kalpte hissetmek, defter kağıdı okumak yerine seyahat albümü dönemin bütün ayrıntılarını bir seyir eşliğinde hatırlatmaya götürüyor. Dünya âlem perdesinin gölgesi fotoğraflara yansıyor. Donduruluyor an’lar, zamansızlığa terk ediliyor. Yüzlerce yüz nakşoluyor çerçevelere dünya yüzü de görsün diye. Bazen bir gecekondu duvarı bazen bir malikâne bu gölge çerçeveleri ağırlıyor. Parsellenmiş deniz, o parlak sahil kumu örülüyor iç acıya acıya… Gökyüzünden çalınacak diye diye yıldızlar uyku tutmuyor da artık ‘nasıl oldu böyle’ diye mırıldanan dudaklarla…
Mimoza Sürgünü denemeleriyle duygu yoğunluğumuzu, düşünce serüvenlerimizi, tahammüllerimizi, her figüranını belirlediğimiz masallarımızı, sevmeyi, gerçekten sevmeyi bilmeyen kayıp hüviyeti, yolunu bulamayan yol yorgununu, âşıkın bir he nefesinden, bir soluktan, bir çırpınıştan ibaret kaldığı anda âh’tan hû’ya giden yolun tarifini yaparken adını da düşündürüyor. Mimoza; çiçeklerin şahı, akl’ı serencamı… Geceyi, gündüzü ayırt edip ışığa hasretini dile getirişini sarı ile simgeler. Nazan Hanım’ın tüm içtenliğiyle kaleme aldığı bu eser hem yeni yaşamın sürgününü hem yolların geride bıraktığı sürgün kırıntılarını bize tattırıyor. Üstüne üstelik kelimelerin raks ettiğine, görünmez inceliğin kıvranışına kelime üstü feyizle düşüncede zuhur etmesine şahit olacaksınız. Her deneme farklı bir tecrübe tek bir temaşa içerir. Ana farklılığı da burada görecek, hiçliğe garp olmak için Mimoza Sürgünü’nü elinizden düşürmeyecek üstüne bitsin de istemeyeceksiniz. Kadim bir ustanın Nazan Bekiroğlu’nun kılavuzluğunda hiçliğe garp olmak için satırların dizinin dibine çökmeli…

Şimdiden Keyifli Okumalar…


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder