Nar Ağacı’ından sonra bir başka ağaç Mimoza Sürgünü
ile akl’a sürgün…
Kitaplarıyla büyük bir okur kitlesi yakalayan usta yazar Nazan
Bekiroğlu bu sefer Mimoza Sürgünü ile
karşımıza çıkıyor. Denemelerden oluşan Mimoza Sürgünü’nü dört bölüm
oluşturuyor; ‘Kalp Sathı’, ‘Defter Kâğıdı’, ‘Seyahat Albümü’, ‘Dünya Yüzü’. Her
bölüm farklı an’ları içerisinde misafir ediyor. ‘Kalp Sathı’; acıyı, sitemi,
keşkeyi, yorgunluğu, gurbeti barındırırken Nazan Hanım “aşkın külliyatını daha asıl görülmeden âşık olunan bir suret ile onun
gerçeği arasındaki didişme olduğunu” dile getiriyor. ‘Defter Kağıdı’; günlüklerin
yıkık dökük sayfalarının anısını, mezar taşlarının sesini, mezuniyet yazılarının
sarhoşluğunu, romanların başkahramanlarını kalıcılaştırıyor. ‘Seyahat Albümü’; Dostoyevski’nin
‘Karamazovlar’ı yazdığı hala ölüm vedası kokan evini, Tolstoy’un malikânesinin
ihtişamını, Leonardo’nun Madonna Littası’nı Volga’da sergiliyor. ‘Dünya
Yüzü’nde ise beton yığınları haline gelmiş şehirler, fırtınanın öbür yüzünü
kendi fırtınasında estiriyor.
Nazan Hanımın son kitabıyla elimizdeki dünya bir anda kayboluyor
ve bir başka dünyaya uyanıyoruz. Hayatın o ana kadar bütün hissiyatları tadıldı
gibi hissedilse de yemişin içindeki lezzete kavuşulmadığı için sayfa
geçişlerinde tadından tattıra tattıra aklın lezzet damağını darma duman ediyor.
Bunca yıl geçmiş, saat işlemiş, elimden sayfalar geçmiş ben edebi tattan
habersiz göz gezdirmiş durmuşum diyivereceksiniz. Kalbin aslı, özü, cevheri,
ruhun mahpus olduğu beden, duyguların büyük zelzelesi bir yıkıntı aleminin
içerisinde kalp sathı her ölçüyü muhafaza ediyor. Keşke dedirten
yapılmışlıklar, arda bırakılmış yüzler, tahammül edilmez gerçeklikler, bir
melodinin hatırlattığı geçmişler, görülmek istenilenin görüldüğü, duyulmak
istenilenin duyulduğu yol kıvrımları, yaşamın sunduğu ilkeler Mimoza Sürgünü’nün satırlarına
nakşettiği gibi dünya yerli yerinde, ‘Ben gurbette değilim/Gurbet benim içimde…’ dedirtiyor.
Ve kalp sathı düşüncelere yansıyor. Dökülüyor mürekkepten, hokkadan… İçe
sığmayan kelamlar raks makamında “gönül
aşkınla gözyaşı dökmekten usandı artık, zira gözde yaş kalmadı sabr ile uslandı
artık, ağlasan da faydası yok sevsen de zamanı geçti, zira gözde yaş kalmadı
sabr ile uslandı artık” derken, Mimoza
Sürgünü fark makamında ağırlar ben ve sen’i ve cem makamında ayrılığı, gayrılığı
ortadan kaldırır âşıkları hû da buluşturur. Defter kağıdı; aşıklarını devreder
dilden dile, yazıya düşürür kalemden kaleme, sahaf sahaf dolaştırır elden ele…
Zamane aşklarına, yaşanmışlıklara inat rafları süsler. Okuna okuna tüketmez
kendini, okudukça yeniden var eder gizli saklı kelimeleri. Zamanın yitmiş
tozlarını da barındırırken sahaflar kimi zaman arda bırakılan sınıf
arkadaşları, sır dostlarıyla da karşılaştırır. Bambaşka mecralara gelinmiş
yaşamlara, geçmiş lekesi bir anda renk katar, gülümsetir çehreleri. ‘Özlemişim’ cümlelerinin kar etmediği bakışların
anlamlandırdığı an’lar geçmiş zaman dilimini unutturur, hoş sohbete bırakır
hatıraları. Bazen de an’ın barındırdığı isimsiz kahramanlar ismi bilinip dile
gelmediğinden yanından geçilip gidilir. An barındırır yine de isimsizin
gölgesini. Mimoza Sürgünü de “an’ların
ve ah’ların imlasını sana bıraktım” diyerek kapatıyor,0 ah diyerek
defter kağıdı açıyor seyahat albümünü.
Geçmişin izlerini kalpte hissetmek, defter kağıdı okumak yerine
seyahat albümü dönemin bütün ayrıntılarını bir seyir eşliğinde hatırlatmaya
götürüyor. Dünya âlem perdesinin gölgesi fotoğraflara yansıyor. Donduruluyor
an’lar, zamansızlığa terk ediliyor. Yüzlerce yüz nakşoluyor çerçevelere dünya
yüzü de görsün diye. Bazen bir gecekondu duvarı bazen bir malikâne bu gölge
çerçeveleri ağırlıyor. Parsellenmiş deniz, o parlak sahil kumu örülüyor iç
acıya acıya… Gökyüzünden çalınacak diye diye yıldızlar uyku tutmuyor da artık ‘nasıl oldu böyle’ diye mırıldanan
dudaklarla…
Mimoza Sürgünü denemeleriyle duygu yoğunluğumuzu, düşünce
serüvenlerimizi, tahammüllerimizi, her figüranını belirlediğimiz masallarımızı,
sevmeyi, gerçekten sevmeyi bilmeyen
kayıp hüviyeti, yolunu bulamayan yol yorgununu, âşıkın bir he nefesinden, bir soluktan, bir çırpınıştan ibaret kaldığı
anda âh’tan hû’ya giden yolun tarifini yaparken adını da düşündürüyor. Mimoza;
çiçeklerin şahı, akl’ı serencamı… Geceyi, gündüzü ayırt edip ışığa hasretini
dile getirişini sarı ile simgeler. Nazan Hanım’ın tüm içtenliğiyle kaleme
aldığı bu eser hem yeni yaşamın sürgününü hem yolların geride bıraktığı sürgün
kırıntılarını bize tattırıyor. Üstüne üstelik kelimelerin raks ettiğine,
görünmez inceliğin kıvranışına kelime üstü feyizle düşüncede zuhur etmesine
şahit olacaksınız. Her deneme farklı bir tecrübe tek bir temaşa içerir. Ana farklılığı
da burada görecek, hiçliğe garp olmak için Mimoza
Sürgünü’nü elinizden düşürmeyecek üstüne bitsin de istemeyeceksiniz. Kadim
bir ustanın Nazan Bekiroğlu’nun kılavuzluğunda hiçliğe garp olmak için
satırların dizinin dibine çökmeli…
Şimdiden Keyifli Okumalar…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder