Sinema, toplumda
yaşanan değişmeleri, beklentileri yani toplumsal dinamiği, "sanatsal gerçekliği"
içinde yansıtır ve kültürel temsilleri kullanılır. Ayrıca sinema, kitle
iletişim araçları içerisinde en yaygın olan, okuma yazması olmayan kimselere
bile kolayca hitap edebilen, kolay anlaşılabilen hareketli resim, söz, yazı ve
müzikle oluşmuş bir anlatım olanağına sahiptir. Toplumun tüm şartlarından
etkilenen, onu şekillendiren, yeri geldiğinde yücelten yeri geldiğinde
sürüleştirip tek tip insan yaratma amacına hizmet eden sinema, İslam Devrim’inden
sonra modernizmin değerlerine ve
Batı’nın kültürel hücumuna karşı değerler üretmek için İran’da yeni bir
başlangıcın simgesi olmuştur. Aşkı,
acıyı ve mutluluğu abartısız işleyerek yankı bulan İran Sineması günümüzde
hepimizin gözdesi haline gelmiştir. İran sinemasının gelişim tarihi
incelendiğinde din-devlet-ideoloji üçlüsü ile karşılaşılacaktır. İran sineması
bu sancılı sürecin içerisinde evrilmiş, gelişim gösterilmiştir. Bu bağlamda
Cihan Aktaş’ın Şark’ın Şiiri;İran
Sineması eseri: İslamiyet hayatın bütün alanlarını kapsıyor ise dini
sinemadan söz etmek mümkün müdür? Kadının sinemadaki varlığı, mahremiyet
açısından nasıl değerlendirilmeli? Modern bir çağda İslami bir yaşantı sürdürmenin
yollarını arayan bir insanın hayatında tasvirin yeri ne olmalıdır? gibi
sinema-din ilişkisine dair cevaplanmamış
soruların cevabını bulabileceğiniz bir çalışmadır.
İz
yayıncılık’tan çıkan, Aktaş’ın inceleme-araştırma dizine ait Şark’ın Şiiri; İran Sineması eserinin yeni
ve gözden geçirilmiş baskısı okurlarla buluştu. İran sinemasının tarihsel
süreci de göz önüne alınarak kaleme alınan bu eser beş ana bölümden oluşmakta; 1979 Devrimi’ne Kadar İran Sineması,
Devrim’den Sonra İran Sineması, Yeni Bir Sinema Arayışı, Sinema ve Kadın, İran
Sinemasının Arkaplanı...
Aktaş kitabına Şark’ın Şiiri; İran Sineması ismini
vermesini bir röportajında şu şekilde dile getiriyor; “Çok daha derin sebeplerden, derin kültürden söz etmek gerekir her
şeyden önce. Bu nedenle de İran sinemasıyla ilgili kitabıma "Şark'ın
Şiiri' ismini verdim. Sıradan olandaki mucizeye yönelen hassas bir bakışı var
İranlı yönetmenlerin. Yani Hafız kütüphanede rafta kitabı bulunan bir şair
değil de bindiğiniz taksinin şöförünün dilinden mısralarını dinlediğiniz
yaşayan bir şair.” Cihan Aktaş’ın da dediği gibi bizi derin duygularıyla
etkileyen İran sineması, modern dünyada dini değerlerin belirlediği bir düzen
tecrübesini yaşama olanağı bulmuş ve sanatçılara kendilerini ifade
edebilecekleri bir konum haline gelmiştir. İlk dönemlerde müslümanlar sinemaya
mesafeli durmuş hatta sinemayla uğraşmayı haram kabul etmişlerdir. Bu nedenle
sinema gayrimüslim İranlılar tarafından rağbet görmüştür. İran’da ilk sinema
salonu Mirza İbrahim Sahafbaşı tarafından açılmış kısa bir süre sonra Şeyh
Fazlullah Nuri’nin dinsizlik olarak ithaf etmesi üzerine kapatılmıştır. İkinci
sinema salonu ise Rus asıllı Rusi Han tarafından açılmıştır. Erdeşir Han ile de
salonların sayısı artmıştır. Erdeşir Han sinema salonlarında iki yeniliğe imza
atmış ve ilk olarak açık hava sinemalarını hayata geçirmiş daha sonra ilk
sinema dergisi Sinema ve Gösteriler için
yayın hakkı talebinde bulunmuştur. Sinemalarda Amerikan filmlerinin gösterime
girmesiyle birlikte Amerikan hayranlığı bir kesimde biçimlenmeye başlamıştır.
Giyim-kuşam, yaşam tarzları bu kesime model teşkil etmiştir. Filmlerde
artistlerin giydikleri kıyafetler ve kullandıkları eşyalar reklam panolarında
yerini alarak bu tür sinemasal imgeler
zamanla insanların tüketim alışkanlıklarını belirleyici unsur olmuştur. Yabancı
filmlerin rekabeti karşısında bir çözüm arayan yapımcılar ise efsaneleri,
destanları konu alan filmlere yönelmeye başlamıştır. Buna en iyi örnek üç yüz kırk beş gün gösterimde kalan Muhammed
Ali Ferdi’nin başrolde oynadığı Genc-i Karun'dur (Karun’un Hazinesi). İran sinemasının
faaliyete geçmesi Ali Şeriati’nin ‘İslami
gençliğin duygu ve düşüncelerini sanatsal yolları ifadesi’ yönündeki
çağrıları ile yankı bulmuştur. Bununla birlikte Farabi Sinema Enstitüsü
kurulmuş ve ‘Nasıl bir sinema?’ sorusunun cevabı aranmaya başlanmıştır. Sinema
sektöründe niteliksel bir gelişim için 1984’ten sonra İran’a yabancı filmlerin
girişi yasaklanmış, mahalli senaryolar önerilmiş, gerekli techizat üretilmiş ve
özel kesimin yatırım yapması amacıyla vergi indirimine gidilmiştir. Bunların
devamında ise sinema mahremiyetiyle ilgili meseleler tartışma konusu olmuştur.
Ulema fıkhi sınırlar ve engeller getirmiştir. Film çekimi sırasındaki fıkhi
engeller gösterimi sırasında da geçerli sayılmıştır. Bir erkek seyircinin
namahrem olan kadın oyuncuyu seyretmesinin hükmü, günlük hayatta tesettürlü
olan kadınların sinemada rol almaları, kadın-erkek ilişkilerinde ölçülülük ve
aşk konusunun işlenmeyişi veya işleniş biçimi dış mihraklarda eleştirilere konu
olmuştur. Ulemanın sınırlayıcı ve engelleyici hükümlerine bakıldığında kadın,
sinemanın kusurlu yönünü temsil etmiştir. Kadın sinemada topluma sunulmak
istenen kadın modelinden hareketle biçimlenmiştir. Kadının ev içinde bile
başörtülü bir şekilde gösterilmesi ‘kadınlar yalnız başına olduklarında da
tesettür zorunludur’ şeklindeki bir kanaati ortaya çıkarmıştır.
İran sinemasının bu sancılı sürecini Şark’ın Şiiri; İran sineması eseri detaylı bir şekilde ele almaktadır. Bunun yanısıra bu eser bizlere din adına yapılan bir devrimin yine din adına çocuklarla, gençlerle, kadınlarla, kurumlarla ve değerlerle birlikte devrime karşı durulduğunun portresini çizmektedir. Ayrıca Aktaş’ın eserinden yola çıkarak İran sinemasına dair muazzam bir film listesi yapmak da mümkün.
İran sinemasının bu sancılı sürecini Şark’ın Şiiri; İran sineması eseri detaylı bir şekilde ele almaktadır. Bunun yanısıra bu eser bizlere din adına yapılan bir devrimin yine din adına çocuklarla, gençlerle, kadınlarla, kurumlarla ve değerlerle birlikte devrime karşı durulduğunun portresini çizmektedir. Ayrıca Aktaş’ın eserinden yola çıkarak İran sinemasına dair muazzam bir film listesi yapmak da mümkün.
KİTABIN
KÜNYESİ: