2 Mayıs 2015 Cumartesi

MİMAR SİNAN - KOCA SİNAN



Osmanlı mimarisinin zirvesini temsil eden, bilim adamı, şairlerle dost, Bakiyla yakın arkadaş, farklı renk ve dokunuşlarla göz kamaştıran eserlere sahip, asırlardır ismini zikrettiren Mimar Sinanla suyun üzerine köprüler, gökyüzüne kubbeler, minareler inşa edeceğiz.


Kubbelerin, taç kapıların, gülbezenklerin, sedeflerin efendisi, cihana yüzlerce eser veren bir sanatkâr… Mimar Sinan 1490 senesinde Kayseri’nin Ağırnas köyünde doğdu. Koca Sinan olarakta anılan Mimar Sinan, Yavuz Sultan Selim zamanında İstanbul’a devşirme olarak geldi. İyi bir eğitimin ardından Acemi Oğlanlar kışlasında askerlik eğitimi aldı. Askerlik eğitiminin yanında, genellikle büyük inşaatlarda veya gemilerde hizmet ederler, böylece askerliğin yanında bir meslek edinirlerdi. Mimar Sinan’da neccarlık (marangozluk) mesleğinin öğrendi. 1521 yılında Acemi Oğlanlar devresini tamamladı ve Kanuni Sultan Süleyman’ın Belgrat Seferine Yeniçeri olarak katıldı. Büyük kabiliyeti burada başgöstermiş ve Yeniçerikte sık sık terfi etmeye başlamıştı. 1522 Rodos Seferi ve 1526 Mohaç Meydan Muharebesi’ne de katıldı. 1533 yılında Kanuni Sultan Süleyman’ın İran Seferi sırasında Van Gölü’ne geldiklerinde Sadrazam Lütfi Paşa sahile gitmek ve düşmanın ahvalini gözetlemek istedi. Bu maksatla Sinan’a kadırga yapması emredildi. Sinan iki hafta gibi kısa bir sürede üç adet kadırga yapıp donatmasına çok memnun olan Lütfi Paşa gemilerin idaresini ona verdi. Bu başarı ile büyük bir itibar kazanan Mimar Sinan’a Hasekilik rütbesi verildi. Böylece cihanın mimarı olma yolunda ilk aşama geçilmiş oldu. Padişahın gittiği her sefere katılan Sinan ordu savaşta iken yabancısı olduğu ülkelerin sokaklarını, çarşılarını, han ve hamamlarını dolaşıyor, gördüklerini defterine kaydediyordu. Kilise ya da havralarda kullanılan sanat tekniklerini inceliyor, ülkede olmayan yönlerini tespit etmeye çalışıyor, sanatçıların nasıl bir yöntem kullandıkları üzerinde kafa yoruyordu. Bulduğu farkları ise İslam motifleri içerisine nasıl uygulayabileceğini düşünüyordu.
Son katıldığı Kara Boğdan Seferi kazanılmış, payitahta dönüş başlamıştı. Günlerce süren yolculuğun ardından sevinci bir anda şaşkınlık aldı. Hiç beklemedik bir anda karşılarına durmadan çağlayan bir nehir çıktı. Öyle güçlü akıyordu ki nehirden çıkan ses herkesi sağır edebilirdi. Hemen o gün mimarlar, nehrin kıyısında incelemeler yapmaya başladı. Paşalardan bir kısmı nehrin geçilemeyeceğini öne sürüyordu.  Beklemekten yorgun düşen askerleri kontrol altında tutmakta zorlanıyordu Lütfi Paşa ama mimarların köprüyü yapmalarını beklemekten başka çareleri yoktu. Mimarlar, nehrin üstüne köprü kurmaya çalışıyor, günlerce uğraşıp didiniyorlar; “Tamam oldu” dedikleri anda köprü büyük bir gürültüyle yıkılıyordu. Mimarlar gece gündüz nehri geçmeye çalışsalar da hep hüsranla sonuçlanıyordu.  Sabah akşam nehrin kenarında yürüyüş yapan Sinan, köprünün niye yıkıldığını merak ediyor üzerinde çalışmalar yapıyordu. Sinan gece yarılarına kadar çizimler yapıp notlar alıyordu. Yaptığı çalışmalar sonucunda azgın nehrin elinden kurtulacakları köprüyü on üç günde yapabileceğini Kanuni Sultan Süleyman’a söyledi. “Haftalardır buradayız, mimarlarımızın yapamadığını sen on üç günde mi yapacaksın” tepkisini alsa da Sinan on üç günün sonunda köprüyü yapmayı başardı. Ordunun arkasından askerlerin gelmemesi için köprünün yıkılması gerekiyordu. Padişah ustanın fikrini almak isteyince sanki o an anlamıştı cihan mimarı olacağını Sinan. “Köprü devletimizin yoluna feda olsun, gerekirse bin köprü yaparız” nameleri döküldü ağzından. 1538 yılında Hassa Başmimarı oldu. Katıldığı her seferde gördüğü bina ve harabelerden bir ders çıkaran Mimar Sinan, batının ve doğunun mimarı tarzını tedkik imkânı buldu. Bu iki üslubu birleştirerek orijinal eserler verdi.
Ekonomisi, müesseseleri, adaleti ve sosyal yapı bakımından dünyanın en güçlü devleti Osmanlı’da yaklaşık elli sene mimarlık görevini yerine getirdi. Mimarı dehasının yanında güçlü organizasyon ve disiplin kabiliyeti sayesinde dünyanın hiçbir yerinde görülmemiş bir hassa mimarları teşkilatı geliştirdi. Bu teşkilat Sinan’dan itibaren devletin her yerine İstanbul’un kaidelerini götürdü. Sedefkâr Mehmet Ağa ve Davud Ağa bu atölyelerde yetişmiştir. Selçuklu döneminin yapılarını, dekoratif anlamdaki taş işçiliğini çok yakından bilmesine rağmen eskiyi körü körüne taklitten çok kendi sentezlerine değer verip uygulamıştır. Mimar Sinan seksen dört cami, elli iki mescit, elli yedi medrese, yedi darül-kurra, yirmi yedi türbe, on yedi imaret, üç darüşşifa, beş su yolu, sekiz köprü, yirmi kervansaray, otuz altı saray, sekiz mahzen ve kırk sekiz de hamam olmak üzere üç yüz altmış dört eser vermiştir.
Her İstanbul ziyaretinde beliriveriyor bir yapıtı önümüzde. Görkemli kubbeler, ince sırmalı minareler, saray edasında camiler ihtişamına her saniye yeni şeyler katıyor. Mimar Sinan kendini ve eserlerini üç kısımda ele alıyor. Çıraklık, kalfalık ve ustalık eserim. İstanbul’da bulunan Şehzade Cami’ni çıraklık eserim olarak atfeder. Ortada geniş bir kubbe ve bu kubbeyi çevreleyen dört küçük kubbe. Daha sonra yapılan bütün camilere örnek teşkil etmiştir.
 Süleymaniye Cami’ni ise kalfalık eserim olarak tanıtır. Kanuni Sultan Süleyman’ın 10. Hükümdar olması dolayısıyla minareler toplam 10 şerefeli olarak inşa edilir. Temelinin atılışındaki metanet ve her köşesinde olan zarafet ve güzellik ve türlü sanatlar insanı büyüleyen görünüşü, bu caminin içinde ve dışında vardır. Yedi sene temelinin oturması için bekletilir. Bunun üzerine Osmanlının hazinesi bitti bu yüzden cami yarım kaldı diye düşünen kral caminin tamamlanması için bir sandık dolusu mücevher gönderir. Mimar Sinan mücevherleri toz haline getirtir ve Cevheri Minaresi’nin harcının içerisine kattırır. Cevheri Minare’sinin diğer minarelere oranla daha parlak olmasının sebebini buna yorarlar. En ince ayrıntılar hesaplanır ve dış mekânla iç mekân unsurları birbirlerini tamamlar. Hiçbir aşırılık söz konusu değildir. Bunun yanı sıra camiye is odaları kurulur ve camiyi aydınlatacak olan mumlardan çıkan isler bu is odalarında toplanır ve dünyanın en pahalı mürekkebi üretilir. Camiyi örümceklerden korumak için ise deve kuşu yumurtaları caminin tavanlarından asılır. Bina tamamlanınca Koca Mimar Sinan şunu der: “Padişahım sana bir cami inşa ettim ki kıyamet günü Hallacı Mansur yeryüzünde Makalidi Cibal Demavend dağlarını Hallacın Yayından pamuk gibi attığında bu caminin kubbesinde Mansur’un yay kirişi önünde çevgan topu gibi bu rütbe senasını medh eder.”  Birkaç yıl önce Süleymaniye Cami yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya kalmış ve eğer çözüm bulunamazsa görkemli şaheser kaybedilecektir. Caminin tüm taşıyıcı yükü kemerlerin ortasında bulunan kilit taşı zamanla aşınmış Türkiye’nin en yetkin mühendis ve mimarlarından oluşan bir heyet oluşturulmuş ve ortaya bir sürü fikir atılmıştır. Her kafadan bir ses çıkmış ama bir sonuç alınamamıştır. Tartışmalar sürerken caminin içinde gizli bir bölme bulunmuştur Mimar Sinan’ın mührünün taşıyan. Mektupta; “Bu notu bulduğunuza göre kilit taşı aşındı ve nasıl değiştireceğinizi bilmiyorsunuz.” Koca Sinan kademe kademe kilit taşının nasıl değiştirileceğini anlatıyormuş mektubunda.“Her kim bu taş eskidiğinde yenisiyle değiştirmek isterse…”  Süleymaniye Cami bu mektup sayesinde kurtarıldı. Mektup şuan Topkapı Sarayında saklanmaktadır. Mimar Sinan zekâsıyla yirmi birinci yüzyılda bile bizi etkilemeyi başarmıştır.
Mimar Sinan Selimiye Cami’ni ustalık eserim diye takdim eder ve bu eserini 86 yaşında tamamlamıştır. Edirne’de bulunan bu cami bir saray edasında karşılar sizi. Üst üste bindirilmiş revaklar, ehrami yükseliş, muazzam görüntüsüyle baştan çıkarır zihni. Kubbe kasnaklarını çevreleyen sülüsler, revaklara işlenen laleler, sonsuzluğu simgeleyen çarkıfelek motifine bakınca alır götürür sizi uzak diyarlara. Mimar Sinan’a ait bir camiye yolunuz düşerse kubbenin tam altında durun, başınızı yukarı kaldırın ve yavaşça etrafınızda dönün. Kalem işlerini incecik fırçalarla boyayan ustaları, taşları oyarak lale motiflerini yapan çırakları hayal edin. Allah’a ibadet mekânı olan cami’yi korumak için eminim hala orada olacakladır.
Mimar Sinan zekâsını ispatlamayı bırakmaz ve hayretler uyandıracak eserlerini yeni yeni keşfederiz biz, o yıllar önce inşa etmişken. Üsküdar ve Edirnekapı’daki Mihrimah Külliyeleri büyüler bizi. Rivayetlere göre Koca Sinan derin bir tutkuyla âşık olduğu Mihrimah Sultan’a kavuşamamıştır ama ona olan aşkını olanca güzelliğiyle sanatına yansıtmıştır. Mihrimah Sultan adına yapılan külliyelerin duru, gösterişsiz ve asil duruşuna rağmen içinin alabildiğine aydınlık olmasında da Sinan’ın duygularının izleri sürülebilmektedir. Matematik dehası Sinan, Mihrimah için yaptığı iki külliyenin içinde yer alan camilere bir sır gizlemiştir. Üsküdar’da ay doğarken Edirnekapı’da güneş batmaktadır. Bugün bizleri hayrete düşüren şudur ki; Mihrimah Sultan’ında doğum günü olan 21 Mart günü Mimar Sinan’ın Edirnekapı’da yaptığı ve kendi yalnızlığını anlatan bu minarenin arkasından güneş batarken, Üsküdar’daki Mihrimah Sultan Cami’nin o iki minaresi arasından ay doğmaktadır. Mihrimah ay ve güneş anlamına gelmektedir. Acaba ne anlatmak istemişti büyük mimar?

Her eserinde büyülenmemek mümkün değil sizinle konuşurcasına sırlar saklı gibi… Namaz kılabilmek için ilk önce abdest alırsınız sonra namaz kılacağınız mekâna gider seccadenizi itinayla serer sonra dünya hayatını ellerinizle iterek durursunuz ya Allahü Tealanın karşısında. Mimar Sinan’ın eserlerinde de bu inceliği görürsünüz.  Camiye girmeden avlu karşılar sizi sanki bir hazırlatma aşamasındadır. Abdest muslukları karşılar sizi burada sıra sıra. Arınırsınız abdestle ve iç avluya girmeye hazırsınızdır. Taç kapı size selam durur sanki mukarnaslı kavsarasındaki sonsuzluğu simgeleyişiyle. Karşılar sizi iç revaklar ve kucaklar adeta “neredeydin seni bekledim” edasıyla. Dünya işlerini, sorunlarını, sevinçlerini bırakarak kubbenin altına sokarsınız başınızı. Eşsiz görkemli kubbeleriyle, elde örülmüş dantel gibi süslemeleriyle dünyalık hatırlatmaz ve başbaşa bırakır sizi altın varaklı mihrap önünde.