6 Nisan 2013 Cumartesi

SU ÜSTÜNE YAZI YAZMAK - MUHYİDDİN ŞEKÛR




“İnsan sıradan yahut rastgele yaratılmış bir şey değildir, mükemmel bir sanatla yaratılmış ve bir büyük gayeye doğru yürütülmektedir; kendisi ebedi değildir ama ebediyen yaşatılacaktır: ve bu beden sufli ve arızidir ancak ruh ulvi ve semavidir.”


Muhyiddin Şekur “Su Üstüne Yazı Yazmak” isimli eserinde tasavvufa giriş öyküsünü dile getirmiştir.  
Manevi hayatın özlemi, bir şeylerden vazgeçmeden, bir şeyleri kenara atmadan yaşama düşüncesi, ardı arkası kesilmeyen sorunlarla baş etmek, sıkılmak, bunalmak, mutlu olamamak… Çektiği acılar hayatını tekrar gözden geçirmesini sağlamış. Bu sayede yaratıcıya doğru yönelişi başlamış. New York’ta bir Rufai dergâhına intisap etmiş, şeyhinin himmetiyle aydınlık denizlerde yol almaya başlamış. Hakikati bilmek için, hakikat adına, aşk adına düşmüş yollara. Varlığa gelen her Âdem’in varlığa getirene ihtiyacı olduğunu anlamış ve kadim bir insanın (şeyhin) kılavuzluğunda yola koyulmayı öğrenmiş, aradığına erişebilmek için dizlerinin dibine çökmüş. Şeyhten aldığı derslerle hayatındaki dönüşümü dile getirmiş.

Su Üstüne Yazı Yazmak’ın ilk satırları şöyle başlar ;

“Hamd, her şeyin evveli ve her şeyin ahiri, âlemlerin Rabbi’ne; hakkı arayanların dostu ve kalplerin keşşafı Allah’a mahsustur. Hamd, bana dost olup, beni bu dünyadan; gaflete boğucu çılgınlıkların, tek teknolojik debdebenin hükmettiği bu uzay çağı dünyasından sıyırıp alan Allah’a mahsustur…”

Daha ilk cümlelerde yazılanlar gönlünüze, ruhunuza şifa olacaktır. Bu kitap, kurtuluşun adım adım hikâyesi, materyalist düşüncenin insanı sardığı bu çağda bize uzanan yolların göstergesidir. Verilen görevler, şeyhinden ayrı geçirilen günler, karşılaşılan kişilerin tesadüfen orada olmadıkları ve tesadüf denilen şeyin tevafuk olduğu satırlara birer birer işlenmiş. Eski bir plak iğnesini ararken kaybettiği inancı, lavabonun tıkanmasının biriken günahlara karşı uyarısı, sadece perşembe günleri Şeyhi’ni arayabilmesi ve ulaşamadığında ona duyduğu özlem. Aslında hepsi görmeyi, bakmayı, anlamayı bilene uyarıdır. Hayattaki tereddüt, samimiyet, teslimiyet tasavvuf yolunda olan için ruhun ve kalbin olağanüstü serüvenine dâhil olur.

Tasavvuf âleminin karanlığa karıştığı, evliyaların, tarikatların masallardan ibaret sayıldığı bir çağda gelenek, ezelden ebede değişmez cevheriyle bizimledir. Masallaşan Mevlana, İbn Arabî, Beyazıd-ı Bistami, Geylani ve daha bir sürü Allah dostu, türbelerini ziyaret edilişinde iki gözyaşı bir Fatiha onların dertlerini anlamak için yetmez. Allah yolunda attıkları adımların zorluğuna rağmen sabrederek onlarla bir olmak gönüllerindeki huzurun sesini duyabilmektir. Aşk ile bir’likte hiç olarak, kalplerini Allah teslim etmiş bu gönüldaşlar, davadaşlar bizlere apaydınlık bir dünyaya ve ahirete ulaşmanın yollarını sunarlar. Bu romanla tasavvuf menkıbelerinde rastlanabilecek bir macerayı birinci elden duymak keyif verici olacaktır. Bölümler arasında ilerledikçe, okur da günlük hayatın içinde insana yapılan ilahi çağrıya tanık olmaktadır. Sufiler Allah’ın merhametinden daha fazla pay isteyen Müslümanlardır, Müslümanları da Allah’a tam teslimiyet içindeki kişiler diyebiliriz. Ve bu roman ne vakit yürümeli, ne vakit beslenmeli, nasıl dinlenmeli, nasıl hizmet edilmeli, çöl fırtınasının içerisinden, puslu bir pencereden Cenab-ı Aşk’a nasıl yaklaşılır bunlar öğrenilmeli… Sayfaların altı çizile çizile, kalplere nakşedile nakşedile mutlaka okunmalı…



Tadımlık:  … Hikâye, çok zengin ve mağrur bir kralın hikâyesiydi. Bir gün sokakları son derece güzel atının üzerinde, hiç aldırışsız, arşınlarken, karlın atının önüne başında kavuğu ile bir derviş çıkar. Kral hiddetle kılıcını çeker, yoluna çıkmaya kimin cesaret edebildiğine şaşırmıştır. “sen kim oluyorsun da beni yolumu kesiyorsun?” diye bağırır. Derviş yavaşça başını kaldırır ve kral, böylece kılıcı hala elinde, ölümün yüzün görür. Aslında yolunu kesen kişi derviş değil, karlın ruhunu almaya gelen ölüm meleği Azrail imiş. Gelenin kim olduğunu anlayan kral, “N’olur birkaç dakika olsun zaman ver de, bazı işlerimi tamamlayayım” diye yalvarır. Melek tek bir kelime konuşmadan kralın yüzüne bakar ve başını hayır manasında yavaşça kaldırır. Artık kral için vade dolmuştur. Krala yeryüzünde bir başka nefes daha verilmez. Birçoğumuz bu kral gibi yaşıyoruz. Kendimizi iktidar sahibi belleyip, asıl Sultanımızı unutuyoruz…

(Âlâ Dergisinden yayımlanmıştır.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder