“İnsan sıradan yahut rastgele yaratılmış bir şey değildir, mükemmel bir sanatla yaratılmış ve bir büyük gayeye doğru yürütülmektedir; kendisi ebedi değildir ama ebediyen yaşatılacaktır: ve bu beden sufli ve arızidir ancak ruh ulvi ve semavidir.”
Muhyiddin Şekur “Su
Üstüne Yazı Yazmak” isimli eserinde tasavvufa giriş öyküsünü dile getirmiştir.
Manevi
hayatın özlemi, bir şeylerden vazgeçmeden, bir şeyleri kenara atmadan yaşama
düşüncesi, ardı arkası kesilmeyen sorunlarla baş etmek, sıkılmak, bunalmak,
mutlu olamamak… Çektiği acılar hayatını tekrar gözden geçirmesini sağlamış. Bu
sayede yaratıcıya doğru yönelişi başlamış. New York’ta bir Rufai dergâhına
intisap etmiş, şeyhinin himmetiyle aydınlık denizlerde yol almaya
başlamış. Hakikati bilmek için, hakikat adına, aşk adına düşmüş yollara.
Varlığa gelen her Âdem’in varlığa getirene ihtiyacı olduğunu anlamış ve kadim
bir insanın (şeyhin) kılavuzluğunda yola koyulmayı öğrenmiş, aradığına
erişebilmek için dizlerinin dibine çökmüş. Şeyhten aldığı derslerle hayatındaki
dönüşümü dile getirmiş.
Su Üstüne Yazı Yazmak’ın
ilk satırları şöyle başlar ;
“Hamd,
her şeyin evveli ve her şeyin ahiri, âlemlerin Rabbi’ne; hakkı arayanların
dostu ve kalplerin keşşafı Allah’a mahsustur. Hamd, bana dost olup, beni bu
dünyadan; gaflete boğucu çılgınlıkların, tek teknolojik debdebenin hükmettiği
bu uzay çağı dünyasından sıyırıp alan Allah’a mahsustur…”
Daha ilk cümlelerde yazılanlar gönlünüze, ruhunuza şifa olacaktır. Bu kitap,
kurtuluşun adım adım hikâyesi, materyalist düşüncenin insanı sardığı bu çağda
bize uzanan yolların göstergesidir. Verilen görevler, şeyhinden ayrı geçirilen
günler, karşılaşılan kişilerin tesadüfen orada olmadıkları ve tesadüf denilen
şeyin tevafuk olduğu satırlara birer birer işlenmiş. Eski bir plak iğnesini ararken
kaybettiği inancı, lavabonun tıkanmasının biriken günahlara karşı uyarısı,
sadece perşembe günleri Şeyhi’ni arayabilmesi ve ulaşamadığında ona duyduğu
özlem. Aslında hepsi görmeyi, bakmayı, anlamayı bilene uyarıdır. Hayattaki
tereddüt, samimiyet, teslimiyet tasavvuf yolunda olan için ruhun ve kalbin
olağanüstü serüvenine dâhil olur.
Tasavvuf âleminin karanlığa karıştığı, evliyaların,
tarikatların masallardan ibaret sayıldığı bir çağda gelenek, ezelden ebede
değişmez cevheriyle bizimledir. Masallaşan Mevlana, İbn Arabî, Beyazıd-ı Bistami,
Geylani ve daha bir sürü Allah dostu, türbelerini ziyaret edilişinde iki gözyaşı
bir Fatiha onların dertlerini anlamak için yetmez. Allah yolunda attıkları
adımların zorluğuna rağmen sabrederek onlarla bir olmak gönüllerindeki huzurun
sesini duyabilmektir. Aşk ile bir’likte hiç olarak, kalplerini Allah teslim
etmiş bu gönüldaşlar, davadaşlar bizlere apaydınlık bir dünyaya ve ahirete
ulaşmanın yollarını sunarlar. Bu romanla tasavvuf menkıbelerinde
rastlanabilecek bir macerayı birinci elden duymak keyif verici olacaktır.
Bölümler arasında ilerledikçe, okur da günlük hayatın içinde insana yapılan
ilahi çağrıya tanık olmaktadır. Sufiler Allah’ın merhametinden daha fazla pay
isteyen Müslümanlardır, Müslümanları da Allah’a tam teslimiyet içindeki kişiler
diyebiliriz. Ve bu roman ne vakit yürümeli, ne vakit beslenmeli, nasıl
dinlenmeli, nasıl hizmet edilmeli, çöl fırtınasının içerisinden, puslu bir
pencereden Cenab-ı Aşk’a nasıl yaklaşılır bunlar öğrenilmeli… Sayfaların altı
çizile çizile, kalplere nakşedile nakşedile mutlaka okunmalı…
Tadımlık: … Hikâye, çok zengin ve mağrur bir kralın hikâyesiydi.
Bir gün sokakları son derece güzel atının üzerinde, hiç aldırışsız,
arşınlarken, karlın atının önüne başında kavuğu ile bir derviş çıkar. Kral
hiddetle kılıcını çeker, yoluna çıkmaya kimin cesaret edebildiğine şaşırmıştır.
“sen kim oluyorsun da beni yolumu kesiyorsun?” diye bağırır. Derviş yavaşça
başını kaldırır ve kral, böylece kılıcı hala elinde, ölümün yüzün görür.
Aslında yolunu kesen kişi derviş değil, karlın ruhunu almaya gelen ölüm meleği
Azrail imiş. Gelenin kim olduğunu anlayan kral, “N’olur birkaç dakika olsun
zaman ver de, bazı işlerimi tamamlayayım” diye yalvarır. Melek tek bir kelime
konuşmadan kralın yüzüne bakar ve başını hayır manasında yavaşça kaldırır. Artık
kral için vade dolmuştur. Krala yeryüzünde bir başka nefes daha verilmez.
Birçoğumuz bu kral gibi yaşıyoruz. Kendimizi iktidar sahibi belleyip, asıl
Sultanımızı unutuyoruz…
(Âlâ Dergisinden yayımlanmıştır.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder