9 Nisan 2013 Salı

GÜNÜN KISA TARİHİ - NAZİFE ŞİŞMAN





An zamanın içinde bir deryadır.

  Dünyaya bakma(k) ve dünyayı görme(k) arasındaki farka dikkat çekebilmek için fevkalade bir kitapla ağırlayacağım sizi ve tadına doyamayacaksınız sizde oluşan tasavvurlarla. Nazife Hanım anılarında oluşturduğu çağrışımları modern zamanın getirdikleriyle aktarmış Günün Kısa Tarihi ‘n de. Zamanın içinde dans eden gelenekler, değişen yargılar…
  Modern dönemin en önemli özelliklerinden ‘hız’ın bizi nerelere çıkardığını ve uçan balon misali yükselebilmek için hangi kum torbalarını umarsızca attığımızı bu kitapta göreceksiniz. Kum torbalarına böldüğümüz yaşamın parçalarını bir tuvalde aynı anda resmetmek için ilk önce düşüncelere yansıtmaya çalışmış Nazife Hanım. Kitabın tadına varabilmek için seyahate çıkacağız sizinle ama yüzyıllar öncesine götürmeyeceğim sizi hafızalarınızı yoklayıp birkaç yıl öteye adım atacağız. Elektriğin olmadığı, suyun kuyulardan, derelerden taşındığı, sadece muhtarın evinde telefon olduğu, siyah beyaz ekranlı televizyonların seyredildiği, beyaz çamaşırların kazanlarda kaynatıldığı, dileklerimizin kabulü için türbelere koşuşturduğumuz zamana; yani yirmi yıl öncesine gidiyoruz. Her şey değerli, kıymetli; tadı tuzu yerinde yaşamlar, yetişilecek yerler yok… Dostluklar ve arkadaşlıklar ömürlük, modanın değişen renkleri gibi değil. Ve şimdi zaman hızla akıp gidiyor ve bu hıza yetişmekte zorlanıyoruz. Hayatı kolaylaştıran teknolojik aletler, modern türbeler (avm) etrafında geçiyor ömrümüz ve yaşadığımız an, henüz anın içinde iken tarih oluyor ve biz “şimdi’yi” hemen tarihin çöplüğüne atıp gözümüzü geleceğe dikiyoruz.
  Ambalajlı mutluluklar içerisinde boğulmuş insanlar, reklam ve dizilerle özendirilen hayatlar, daha doğrusu tüketim merkezli şekillenen hayat tarzlarına yetişememe korkusu, hiç çaba sarf edilmeden kazanılan hayatlara ilgi, yaşam kalitesini artırmaya yönelik her türlü yöntem meşrudur kabullenişi modern zamanın getirdikleridir. Başkalarının hastalıklarını tedavi etmekte kullanmak üzere embriyo ‘yaratıp’ sonra da öldürme(k) konusunda çok rahat davranabiliyoruz. Öjeni (doğumda iyi), ötenazi ( ölümde iyi) tartışıyor; bunu yaparken işin ahlaki yanını bir kenara bırakarak hukuki açıdan değerlendirmeye tabi tutuyoruz. Bedenin mülk olarak algılanması, intihar ve ötenaziyle modern yaklaşım içerisinde yer alıyor. Kişinin bedeni, her istediğini uygulayabileceği bir mülk değil, Allah’ın rızasına uygun kullanmak üzere ona verilen bir emanet olmasına rağmen.
  Modern insan, hayattan zevk alma üzerine kurulu dünyasını kimsenin bozmasına izin vermez. Ölünün arkasından yas tutmak, mesela; eğlence ahlakının, bu hayatın her ne olursa olsun zevk alma üzerine kurulu etik görev anlayışının, başkalarının keyfini kaçıracak hiçbir şey yapmama yönündeki buyruğun, yükümlülüğe dönüşmüş mutluluk hakkının ihlalidir. Bakıma muhtaçlar ordusunun artması, yeni gelir üzerindeki vergilerin artması demek olan çocuk ve yaşlı nüfusunun sınırlandırılması da, işte bu hayattan ne olursa olsun zevk alma anlayışına dayanır. Bu yüzden ölüm, evden hastanelere taşınır. Evinde son kez rahat etsin anlayışı yerini soğuk hastane köşelerine bırakır.
  Yaz kur’an kurslarında hatim eden çocuklara yapılan merasimler yerini okuma bayramlarına, davullu, zurnalı, içkili mezuniyet törenlerine/gecelerine bıraktı. Kurban bayramının kutsallığı yerine televizyonlarda kaçan kurbanlıklar, kendilerini yaralayanların haberleriyle dolup taştı.
Hız, değişim ve yeninin kutsanması modern dönemin özelliğidir. Tarih, bize pek çok şeyin değiştiğini gösterse de insanın yeryüzündeki konumunun (insanlık durumunun) değişmediğinin bilgisini vermektedir. Bu sebeple hızın ve değişimin hâkimiyeti altındaki “an” önemsenmelidir.
  Geleneksel rol kalıplarının ortadan kalktığı; kentleşme, modernleşme, postmodernleşme, küreselleşme vs. pek çok sürecin geleneksel rol dağılımını ve bu dağılımın arka planındaki tasavvuru alt üst ettiği bir dönemde yaşıyoruz. Bu alt üst oluşla hesaplaşırken dedelerimizin ve ninelerimizin hayatlarından kendimize bir ayak izi çıkarmamız önemli. Zira ayak izi, yol göstericidir; önceliklerimizin, sabitelerimizin nasıl pratiğe taşındığını, nasıl bir hayat tarzı haline geldiğini idrak ederiz bu sayede. Kutsal kabullerimizi yenidünya inşasının arka planında bırakmadan anlamlı katmanlar kurmaya…

(Âlâ Dergisinden yayımlanmıştır.)





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder