An zamanın içinde bir
deryadır.
Dünyaya bakma(k) ve dünyayı görme(k) arasındaki farka dikkat
çekebilmek için fevkalade bir kitapla ağırlayacağım sizi ve tadına doyamayacaksınız
sizde oluşan tasavvurlarla. Nazife Hanım anılarında oluşturduğu çağrışımları modern
zamanın getirdikleriyle aktarmış Günün
Kısa Tarihi ‘n de. Zamanın içinde dans eden gelenekler, değişen yargılar…
Modern dönemin en önemli özelliklerinden ‘hız’ın bizi nerelere
çıkardığını ve uçan balon misali yükselebilmek için hangi kum torbalarını umarsızca
attığımızı bu kitapta göreceksiniz. Kum torbalarına böldüğümüz yaşamın
parçalarını bir tuvalde aynı anda resmetmek için ilk önce düşüncelere
yansıtmaya çalışmış Nazife Hanım. Kitabın tadına varabilmek için seyahate
çıkacağız sizinle ama yüzyıllar öncesine götürmeyeceğim sizi hafızalarınızı
yoklayıp birkaç yıl öteye adım atacağız. Elektriğin olmadığı, suyun kuyulardan,
derelerden taşındığı, sadece muhtarın evinde telefon olduğu, siyah beyaz
ekranlı televizyonların seyredildiği, beyaz çamaşırların kazanlarda
kaynatıldığı, dileklerimizin kabulü için türbelere koşuşturduğumuz zamana; yani
yirmi yıl öncesine gidiyoruz. Her şey değerli, kıymetli; tadı tuzu yerinde
yaşamlar, yetişilecek yerler yok… Dostluklar ve arkadaşlıklar ömürlük, modanın
değişen renkleri gibi değil. Ve şimdi zaman hızla akıp gidiyor ve bu hıza
yetişmekte zorlanıyoruz. Hayatı kolaylaştıran teknolojik aletler, modern
türbeler (avm) etrafında geçiyor ömrümüz ve yaşadığımız an, henüz anın içinde iken tarih oluyor ve biz “şimdi’yi”
hemen tarihin çöplüğüne atıp gözümüzü geleceğe dikiyoruz.
Ambalajlı mutluluklar içerisinde boğulmuş insanlar, reklam ve
dizilerle özendirilen hayatlar, daha doğrusu tüketim merkezli şekillenen hayat
tarzlarına yetişememe korkusu, hiç çaba sarf edilmeden kazanılan hayatlara
ilgi, yaşam kalitesini artırmaya yönelik her türlü yöntem meşrudur kabullenişi
modern zamanın getirdikleridir. Başkalarının hastalıklarını tedavi etmekte
kullanmak üzere embriyo ‘yaratıp’ sonra da öldürme(k) konusunda çok rahat
davranabiliyoruz. Öjeni (doğumda iyi), ötenazi ( ölümde iyi) tartışıyor; bunu
yaparken işin ahlaki yanını bir kenara bırakarak hukuki açıdan değerlendirmeye
tabi tutuyoruz. Bedenin mülk olarak algılanması, intihar ve ötenaziyle modern
yaklaşım içerisinde yer alıyor. Kişinin bedeni, her istediğini uygulayabileceği
bir mülk değil, Allah’ın rızasına uygun kullanmak üzere ona verilen bir emanet
olmasına rağmen.
Modern insan, hayattan zevk alma üzerine kurulu dünyasını
kimsenin bozmasına izin vermez. Ölünün arkasından yas tutmak, mesela; eğlence ahlakının,
bu hayatın her ne olursa olsun zevk alma üzerine kurulu etik görev anlayışının,
başkalarının keyfini kaçıracak hiçbir şey yapmama yönündeki buyruğun,
yükümlülüğe dönüşmüş mutluluk hakkının ihlalidir. Bakıma muhtaçlar ordusunun artması,
yeni gelir üzerindeki vergilerin artması demek olan çocuk ve yaşlı nüfusunun
sınırlandırılması da, işte bu hayattan ne olursa olsun zevk alma anlayışına
dayanır. Bu yüzden ölüm, evden hastanelere taşınır. Evinde son kez rahat etsin
anlayışı yerini soğuk hastane köşelerine bırakır.
Yaz kur’an kurslarında hatim eden çocuklara yapılan
merasimler yerini okuma bayramlarına, davullu, zurnalı, içkili mezuniyet
törenlerine/gecelerine bıraktı. Kurban bayramının kutsallığı yerine
televizyonlarda kaçan kurbanlıklar, kendilerini yaralayanların haberleriyle
dolup taştı.
Hız, değişim ve yeninin kutsanması modern dönemin özelliğidir.
Tarih, bize pek çok şeyin değiştiğini gösterse de insanın yeryüzündeki
konumunun (insanlık durumunun) değişmediğinin bilgisini vermektedir. Bu sebeple
hızın ve değişimin hâkimiyeti altındaki “an” önemsenmelidir.
Geleneksel rol
kalıplarının ortadan kalktığı; kentleşme, modernleşme, postmodernleşme,
küreselleşme vs. pek çok sürecin geleneksel rol dağılımını ve bu dağılımın arka
planındaki tasavvuru alt üst ettiği bir dönemde yaşıyoruz. Bu alt üst oluşla
hesaplaşırken dedelerimizin ve ninelerimizin hayatlarından kendimize bir ayak
izi çıkarmamız önemli. Zira ayak izi, yol göstericidir; önceliklerimizin, sabitelerimizin
nasıl pratiğe taşındığını, nasıl bir hayat tarzı haline geldiğini idrak ederiz
bu sayede. Kutsal kabullerimizi yenidünya inşasının arka planında
bırakmadan anlamlı katmanlar kurmaya…
(Âlâ Dergisinden yayımlanmıştır.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder