Sevgi, buluta dönüşen
suya benzer; gökyüzüne yükselir ve her şeye uzaktan bakabilir; ama bir gün
yeryüzüne inmek zorunda kalacağının da bilincindedir.
Bin yıl önce düşman Kudüs’ün etrafını sarmış
saldırmaya hazırlanırken, o altın varaklı gökyüzünün altında toplanmış halkın,
Kıpti adındaki bilgeye sordukları ‘varoluşsal’ sorular ve verilen cevaplar
üzerine yazılmış çağları aşan bir sırdır “Akra’da
Bulunan Elyazması”.
Kıpti için ‘an’ eşsizdir; bu yüzden “yarın
bize neler olacağını kimse bilemez, çünkü her günün iyisi ve kötüsü aynı gün
içerisinde olup biter; biz gündelik yaşamımızdan, yüzleşmek zorunda kaldığımız
güçlüklerden bahsedeceğiz” der ve hayatın insanı karşılaştırdığı o
kaçınılmaz duygular ve eylemler üzerine halk ‘varolma’ sorularını sorar. “Yenilgi” , “Mağlubiyet”, “Yalnızlık”,
“Değişim”, “Korku”, “Güzellik”, “Kararlılık”, “Zarafet”, “Mucize”, “Saygı”,
“Sadakat”, “Endişe”, “Kaygı”… Kıpti duyduklarını ve gördüklerini, yılların
değiştiremediği cevaplarla aktarır. Hayatımıza yön veren bu kavramların bizde
oluşturduğu karamsarlık yerine altında yatan sevgiye değer verilmesini, sevgi
ortalıklarda görünmese bile onun varlığıyla karşılaşmaya hazırlıklı olunması
gerektiğini dile getirir.
Hayatın yaşamamız gereken duygularını, kendi
içimizde farklı anlamlandırırız. Kendi büyümüzün etkisi, anlamlandırdıklarımıza
yansır. Bazen ön yargılarımız bazen de değerler yardımcı olur bize. Fakat
bunlar bizi sarıp sarmalar; altındaki sırlı hakikati bulmakta zorlanırız.
Hayatın getirdikleriyle beklentiler uyuşmadığında “neden yaşamımız kaderimizi
belirlemeye girişir” diye sorarız. “Zamanda geriye gidilmez ama isteyen herkes
zamanda ileriye gidebilir” der Kıpti. Zaman ve mekân her konuda mantıklı
açıklamalar sunsa da insanın ruhunu besleyen gizemdir, gökyüzünde şimşek
çaktığında bunu sağlayan Tanrı’nın gizemi gibi.
Kıpti’ye herkes kendinden sorar.
Eylemler zihnen anladığımız gibi anlamlandırıldığından Kıpti kendisi gibi bakar
hayata, elbette iyi bakacaktır da. Karşılıksız sevmek, karşılıksız eylemlerde
bulunmak… Hiç bir beklenti içerisine girmeden sevgiyle bakılan dünya, iyilerin
dünyası olacaktır. Savaş aslında iyiliğin kötülükle, cesaretin korkaklıkla, karanlığın
aydınlıkla, sevginin korku ile çarpışmasıdır. Tüm kâinat karanlık ve sessizlik
içerisinde, insanlar karanlık içindeki aydınlıkta. Karanlık ve sessizlik ışığın
ve sesin olmadığı değil tüm ışıkları içinde muhafaza eden güçtür. Karanlık
aslında aydınlıktır görmeyi bilene. İnsan herkesi kendi gibi görür,
karşısındaki yoktur, hele sevgi varsa daha da bütünleşir, o vakit dünya
yuvarlaklaşır ve içi dışı tek olur.
Paulo Coelho’nun “Akra’da Bulunan
Elyazması” adlı eseri, içerisinde bulunduğumuz dünyaya farklı açılardan
bakmamızı sağlar. İnsana bakma(k)nın yöntemini öğretir. Sorularla selamlayarak
başlayan kitap, küçük hikâyelerle elveda der size… Bu hikâyelerden birinin doyumsuz
lezzetine ulaşmak için tadına bakılmalı ki kavramların altındaki iç manayı,
gizemi ve nihayetinde sevgiyi yeryüzüne indirebilme kabiliyetini kavrayabilmek
umudu doğsun günlerimize, gönüllerimize, ‘gör’eceklerimize…
Tadımlık;
“Bir
gün bir çiftçi tohum ekmek için evden ayrılmış. Ne talihsizliktir ki tohumların
bir kısmı yolda yere dökülmüş ve gökten inen kuşlar tohumları yemiş.
Tohumlardan biri, taşocağından geçerken yere düşmüş ve oraların toprağı derin
olmadığından çabucak yeşermiş. Ama güneş çıktığında yanıp kavrulmuş ve kökü
kısa olduğu için kuruyup gitmiş.
Başka bir tohum, dikenli çalıların arasına düşmüş ve koca dikenlerin arasında
yeşeremeden boğulmuştur.
Diğer bir tohum, verimli bir araziye düşmüş ve meyve vermiş, meyvesi de büyüyüp
serpilmiş, derken otuz… altmış… yüz meyve vermiş.
İşte bu yüzden tohumlarınızı gittiğiniz her yere serpiştirin, çünkü
hangilerinin yeşerip sonraki nesli aydınlatacağı hiç belli olmaz.”
Yolunuz
açık olsun…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder