6 Eylül 2015 Pazar

DÜCANE CÜNDİOĞLU - CENAB-I AŞK



Yazar Hakkında: 21 Ocak 1962’de İstanbul’un Üsküdar ilçesinde dünyaya geldi. 2 Nisan 1980’de başladığı yazı hayatına çeşitli dergi ve gazetelerde makaleler yayımlamak suretiyle devam etti. 1981’de Kur’an ilimlerini temel uğraşı olarak seçti. Yorumbilim’in (İlm-i Tefsir) yanı sıra uzun yıllar Tarih, Dilbilim (İlm-i Belagat), Düşüncebilim (İlm-i Mantık) ve Felsefe dersleri verdi. Cündioğlu geleneksel ilimlere hayatiyet kazandırmak gayesiyle klasik mantık, psikoloji, kelam ve felsefe metinlerinin neşir ve hazırlıklarıyla meşgul olmaktadır. Birkaç eseri; “Düşünce Düşlenir”, “Âkif’e Dair”, “Bir Mabed Bekçisi”, “Bir Mabed İşçisi”, “Daire’ye Dair”, “Ölümün Dört Rengi”, “Göz İzi”, “Hakikat ve Hurafe”


Varlığa Gelen Her Âdem’in Varlığa Getirene İhtiyacı Vardır…
Dücane Cündioğlu  varlığımızı sürdürebilmek için O'na muhtaç olduğumuzu bir kez daha hatırlatma amaçlı "O" varlığı  Cenab-ı Aşk kitabında ele almaktadır. Her şeyin yaratıcısı Allah ile hemhal olabilmenin tadını satırlarında anlatır. O’nunla olmayı marifet bilmek, aşk için ve dahi aşk adına bela yağmurlarına başı tutmak, seve isteye ateş denizlerine, azgın ateş dalgalarında kavrularak varlığa adım atılmalı Aşk’la bir olarak Hiç’te buluşmalı. Dücane Cündioğlu İlahi Aşk’a ulaşabilmek için, madde âleminin perdelerini örtüp mana âleminin perdelerini aralamalı ve perdesinden bütün perdelerin yırtılacağı o muhteşem vuslat anına kavuşmanın tadındaki beklentiyi dile getirmiştir. Kitap o kadar samimi dil ile yazılmış ki bunu bir masal ile özetlemek mümkün;
"Bir varmış başka da bir şey yokmuş. Çöle kıyısı olan kentlerin birinde tasvirini yapmakta zorlandığımız, kavramlara şey diyerek basitleştirdiğimiz zamanın birinde an diyemem çünkü an bir değil sonsuza parçalanan deryadır. Gözleri derin bakan bilgiyi asıl gerçekte sanan güzel bir prenses varmış. Dünya gözü görene güzel ararda dururmuş aslın bilgisini yine bir gün zümrüt saraydan çıkmış. Tabiattan medet umarken bir dervişle karşılaşmış. Derviş kurda kuşa pay eder azığını ağaca söz edermiş. Prenses bu hali görünce düşünmüş bir daha aklın ne kadar gerek duyulan bir şey olduğuna, mecnun gibi dolaşan derviş durmuş ve gözlerini dikmiş güzele, zanneyleme benim halim dünya halidir benim sözüm dünya kelamı ben sarhoşum lakin benim şarabım dökülmez dünyaya. Bu sarhoşluk birliktir, evveli yok hiçliktir. Zinhar akıl ermez buna yol gitmez buna. Prenses duyunca bunları sözler sanki kalbine akar olmuş bir derviş nasıl da allak bullak etmiştir o çok güvendiği Karun zihnini. Derviş dönmüş sırtını ve gitmiş gelmekte olmadığı gitmesi gerekmeyen fakat görülmesi gereken mekânına. Prenses artık düşmüştür dervişin uçsuz gözlerine. Ardın sıra gider lakin derviş sudur, elle tutulmaz akıl almaz halleri. Çünkü hali kendisine haldir başkasına delilik. Prenses dur der; 
-Nasıl olur bu hal?
 -Hiçlikle olur.
 -Peki, nasıl hiç olunur?
-Birlikle hiç olunur.
-Peki, nasıl bir olunur?
-Aşkla olunur.
-Peki, nasıl aşk olunur?
-Sarhoşlukla olunur.
-Peki, nasıl sarhoş olunur?
-Sarhoş olmak mey ile olur lakin mey Sevgilinin (Allah’ın) meyi olmalıdır der. Prenses artık aklın kar etmediğini anlar ve düşer derviş ardına. İkisi birlikte düşer yola yolları birbirinden ayrı şarapları farklı aşkları farklı. Lakin Hiç’likleri bir…"
Cenab’a kapıları aralayarak ulaşmanın, kâinata verdiği ışığın peşine düşerek bulmanın, şırıl şırıl akan göz yaşında akmanın, pes etmeden sevgiyle hayata anlam katarak o kapıyı açan anahtarı bulmanın sırrını Cündioğlu'nun eserinde dile getirmektedir. Akıl ile de Cenab’a ulaşmanın imkansızlığına vurgu yapan Cündioğlu bunun ancak aşk ile olacağına değinmektedir. Mevla’nın ve şems aşkının akla sığmadığı gibi, uyurken uyanık kalmak gibi, yüksekteyken alçalmayı becerebilmek  ve ötelerde beynin kıvrımlarını kemiren düşüncenin peşine düşmek gibi…


Tadımlık;
“Olmak, ölmektir; ölmek özgürleşmektir!” Özgürleşebilmek için ölmemiz; mevt-i hakiki ile ölebilmemiz içinse olmamız gerek. Nasıl olabilir, nasıl ölebiliriz? Düşünmeli, ölmeden evvel ölmenin nasıl mümkün olabileceğini. “Ölmeden evvel ölünüz!” hitabının sırrını aralamaya/anlamaya çalışmalı. Başlar yücelere, ötelere çevrilmeli, ötelerin ötesi idrak etmek için çaba sarfetmeli, fakat yanılıp öteleri ötelerde/uzaklarda aramamalı. “Ben seni uzaklarda arıyorken, sen benim kendi evimde idin” deyu nedamet getirmemeli. 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder